Doğru, ne kadar doğru?
Yanlış, ne kadar yanlış?
Doğruyu söyleyince mi kötü olunur?
Yalan söyleyince mi iyi olunur?
Bildiğim tek şey insanlara gerçekleri anlatınca hepsinin üzülmesi ve bu yüzden onların gözünde her zaman kötü bir varlık olarak görünmek.
İnsanlar daha çok yalanlara inanmayı severler. Bu yüzden her zaman kırılırlar ama yine de aynı hatayı her defasında yine yaparlar. Çünkü bir çok insan yalanlar ile yaşamaya alışıp onu benimsemişler.
Her defasında herkese yalan söylerler ve kendilerine de yalan atılmasına izin verirler. Bu yüzden dünyadaki kimse mutlu değil çünkü yalan ortaya çıkınca üzülüyorlar. Fakat doğru da onları yaralıyor.
Peki mutlu olmak için boşvermişlik mi yapmalıyız? Kimseyi önemsemeyip rasgele hayatı mı yaşamalıyız?
Bunun cevabı kimse bilmiyor. Ama benim bildiğim tek şey yalnız olduğumuz zamanlar hayatımızda en mutlu olduğumuz saatlerdir.
Şimdi duruyorum etrafıma bakıyorum. Her yer karanlık. Hayır bu gerçek bir anlam değil. Mecazi bir anlam. Şu an gündüz vakindeyiz ama her kez göremez karanlığı çünkü karanlığı anlamak ve görmek için ilk önce farklı veya iyi biri olman gerek.
Hayır!! Karanlık kötülük değildi. Etrafımızdaki bir çok şey kötüdür ama karanlık asla kötü değildi. Karanlık iyileri ve farklıları saklamak için vardı. Çünkü bu dünyada iyilere ve farklılara yer yoktu. Bu yüzden herkes bir daha çıkmamak üzere karanlıkta kalırdı. Çünkü aydınlık iyilik kostümü giymiş kötüler ile doluydu.
O yüzden her yer karanlıktı benim için çünkü ben farklıydım. Bir çok iyiler ve farklılar da vardı. Fakat onlar iyilik kostümü giymiş kötülerin oyuncağı olmuştu. Aynı kendileri gibi onların da beynini küçültüp kendilerini üstün zeka yapıyorlardı.
Ama ben asla yönetilecek bir farklı değildim.
Ben her zaman farklı olmak ile gurur duyardım. Çünkü benim farklılıklarım beni ben yapan şeylerdi. Beni özel kılan şey farklı olmamdı.
Öylece duruyordum okulun boş bahçesin ortasında. İleride bahçeye giriş yapan kızgın anne ve babamı görsem de bir milim bile oynamadım yerimden.
Annem bana öldürücü bakışlar atıyordu. 40'lı yaşlarında olmasına rağmen hala genç duruyordu demeyeceğim. Yüzündeki kırışıklıklar, gözlerindeki yorgun ifadelerin hepsi benim eserimdi. Onu yoruyordum. Her defasında sinirlendirip strese sokuyordum. Bu da onu çok daha hızlı yaşlılığa sokuyordu.
Babam ise annemin arkasından geliyordu. Artık bu durumdan bıkmıştı. Her defasında okula benim yüzünden gelmeleri yoruyordu onları. Ee gelmesinler ben onlara gelin demiyordum ki. Aklaşmış saçları rüzgarda sallanıyordu. Bana doğru yaklaştıkça kırışmış anlı, çattığı kaşlar yüzünden daha çok belli oluyordu.
Bensiz daha mutlu olabilirlerdi. Ama beni terk etmemekte ısrarcıydılar. Belki de tek çocukları ben olduğum içindi. Onlar beni seviyordu, peki ya ben onları seviyor muydum? En başta ben kendimi seviyor muydum?
Annem en sonunda yanıma geldiğinde sinirle söylendi. "Senin derdin ne Ferda? Bir gün bile neden uslu duramıyorsun?"
Doğru. Neydi benim derdim? Ne istiyordum?
Belki de biraz gerçekler. Ya da dışlanmamak. Mutlu olmak da güzel olabilirdi. Bilmiyorum, ne istediğimi asla bilemedim. Kendimi bildim bileli içimde olan bu hissizlik her zaman orada duruyor ve her geçen gün daha çok büyüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metanoia
FantasyHayır!! Karanlık kötülük değildi. Etrafımızdaki bir çok şey kötüydü ama karanlık asla kötü değildi. Karanlık iyileri ve farklıları saklamak için vardı. Çünkü bu dünyada iyilere ve farklılara yer yoktu. Bu yüzden herkes bir daha çıkmamak üzere karan...