Bölüm 29: Kapa Çeneni

488 60 34
                                    

Nazlı'nın Bakış Açısı (Yirmi Gün Sonra):

Beni uğurlamaya gelenler arasında Rengin, Enes, Raşel, Adrian, Yeliz, Hakan, herkes vardı. Eski arkadaşlarım... Rengin, dedikoduculuğuyla bana Gülin'i hatırlatıyordu. Enes, Demir gibi gözlük takıyordu. Raşel, İzmir'deki bir Rum kızıydı ve saçlarıyla Ferda'yı anımsatıyordu. Adrian, onun gibi bir Rum çocuğuydu ve Doruk gibi, bir sosyal medya fenomeniydi. Yeliz, Beliz Boysal'ın adaşı sayılırdı... ve Hakan, Ferman gibi mavi gözlüydü. Yirmi gün boyunca, okul çıkışları vakit geçirebildiğim eski arkadaşlarımın, bana yenilerini hatırlatacağını kim tahmin edebilirdi ki...? İnsan hayatında gerçekten de birkaç okula gider, fakat sadece bir tanesine eğitim yuvası gözüyle bakabilirdi. Berhayat Lisesi de benim için böyleydi işte. İzmir Lisesi'ni, arkadaşlarımı içinden çekip alırsanız zerre özlememiştim...

İpek Seray ağlıyordu. Açelya gibi bana, "Ah tatlım!" diye sarıldı. "Daha ne planlarım vardı... Ama senin gittiğin İstanbul yanında ne kalır ki?"

"Deli deli konuşma, İzmir İstanbul'dan çok daha yaşanılabilir bir şehir."

"Ama orada eğlenirken bizi aklına getirmeyeceksin..."

"Amma da eğlence ha!" diye kıkırdadım omzuna yavaşça vururken. Yirmi günde zar zor kıkırdar hale gelmiştim.

"Yazın tatile buraya gelmezsen seni öldürürüm," dedi Enes. "Tam üç ay bizimlesin!"

Ve tabii ki babam da veda etti. "Seni her gün arayacağım," dedi. "Şu anda da uçakla döndüğün için hiç endişe etme, üç aşağı beş yukarı bir saat çekecek uçak yolculuğu..."

"Yükseklik korkum nüksetmezse iyidir," diye kurtuldum kollarından. "Gidin artık hepiniz, vedalardan nefret ederim," diye el salladım. Sonunda dağıldılar, ben de uçağın yolunu tuttum. Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş. İzmir benim memleketimdi ama, kalbimin yarısı da İstanbul olmuştu...

Uçağın içindeki yerim, koridordu tabii ki. Yanımda iki koltuk daha vardı, onlara rağmen dışarıya bakmamı tamamen engellesin diye, önümdeki koltuğun cebinde bulduğum bir haritayı inceliyordum. Ne işime yarayacaksa? diye düşünmeden edemedim, sonra yanıma oturan yaşlı bir kadın iyi yolculuklar dileyip, el çantasını kucağına koydu. Benim gelirken üzerimde bulunmayan bir çanta, ayaklarımın dibindeydi şimdi. Yükseklik korkum nüksetmesin diye, uçak kalkarken kapüşonumu başıma geçirdim. Yine de, uçağın içinin konforlu olmadığını düşünmeden edemiyordum... Koltuklar birbirine çok yakındı; ve pencereler de çok küçük, üstelik dışarının görüntüsünü bozacak şekilde kalındı sanki. Her şey üstüme üstüme geliyordu adeta. Uçak belli bir yüksekliğe gelinceye kadar hızlı bir kalkış yaptı, bu çok ani heyecana gözlerimi kapadım. Pilot, uçağın hızını normale döndürürken, yanımdaki kadın, "İlk yolculuğun galiba?" dedi. O bu yolculukları çok yapmış. Sonra uyumaya karar verdi; uçak, havada yarım bir daire çizdikten sonra inişe geçerken de, kalkıştaki gibi hızlandı. Ali ile bindiğimiz dönme dolaptaki gibi, en tepedeyken bir anda en aşağı iniyorduk. Böyle bir anda bile Ali aklıma gelmişti. Aslında, o şu anda yanımda olsa, yolculuğun ne kadar rahat geçeceğini düşünüyordum. Kim bilir, beni rahatlatmak için, başımı omzuna koymama izin verirdi ama, bunlar uzak hayallerdi.

Uçağın tekerlekleri asfaltla temas ettiğinde kulak tırmalayıcı bir gürültü çıkardı ve belki on dakika duracağı yere kadar bir araba misali giderken uçak, bu uğultunun kalıcı olup olmayacağını merak ettim. Nihayet diğer uçakların arasında yerini aldı ve biz de dışarı çıktık.

Bizi uçağın park ettiği yerden, bavullarımızı alacağımız yere taşıyan servislerin içinde ayakta kaldım. Hala uğultuyu kulaklarımdan atamamış bir vaziyette, on dakika da, o servisle gideceğim noktaya varmayı bekledim. Sonunda yolcuların bavullarının dönerek sahiplerini bulduğu yerden geçerken, beklemeyeceğime sevinerek çantama sarıldım. Çıkışa doğru sürüdüm kendimi adeta. Buranın Sabiha Gökçen olduğuna inanamıyordum. Hava o kadar sıcaktı ki, hala İzmir'deydim sanki...

💙BERHAYAT LİSESİ🔚Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin