üç bin kelimelik bir bölüm, satır aralarına yorum yaparsanız okumaktan memnuniyet duyarım, keyifli okumalar.
Güneş üçüncü kez tepeye ulaştığında, pencerenin önüne yaklaştım. Gözlerimin ufak bir hareketiyle dışarıyı görebilirdim. Kimi görecektim dışarıda? Ne hissedecektim? Nefsim mutlu olacak mıydı? Ya ruhum, o ne haldeydi? Tanrımın emirleri nasıl böylesine yük oluyordu bana? İnsan içine çıkacak yüzüm kalmış mıydı?
Derin bir nefes alıp, dışarıya baktım. Tüm sorularım birer birer cevaplandı. Evlerinin önünde çimlere oturmuş Taehyung'u gördüm. Etrafında bir kaç tahta ve elinde bir bıçak vardı. Dizine yasladığı tahtaya küçük bıçakla oyuyordu. Onu izledim. Ne kadar zaman geçti bilmeksizin onu izledim. Ara sıra sıktığı çenesini, ince parmaklarıyla sıkıca kavradığı bıçağı, önüne gelen saçlarını arkaya doğru sallamasını, oyduğu tahtayı sık sık üflerken öne doğru büzüşen dudaklarını izledim. Gözlerimin gördüğü her hareketi, yüreğime yük oldu. İçimi buhranlı bir hava kapladı. Yanına gidip oturmak istedim. Saçlarına dokunmak, elimi esmer teninde gezdirmek istedim.
İstedim istemesine ama bunlar daha aklıma düşer düşmez, karnıma giren ağrıyla iki büklüm oldum. Belimi büken bu ağrının sebebi azmış nefsimdi. İstediklerimin açıklaması yoktu. Acizliğimim, arsızlığımın arkasına saklanmış, hiç utanmadan bir çok şey arzulamıştım.Kiliseye gidecektim. Tövbemi edip, ibadet edecektim. Tanrımın aciz kulu olacaktım. Terliyordum. Sık sık vücuduma giren kasılmalar beni terletiyordu. Yüreğimi kasıp kavuran arzular bitkin düşmemin tek nedeniydi. Oturduğum yerden kalkıp perdemi kapattım. Kiliseye gideceğim için güzelce yıkandım. Temiz kıyafetlerimi giydim. Banyodan çıktığımda yatağımda Poe oturuyordu. Odaya girdiğini duymamıştım.
Günlerdir evden çıkmadığımız için ne diyeceğini anladım. İçimdeki ıstırabı dindirip onunla ilgilenmeye vakit bulamadım. Ben odada kendi yüküm altında ezilirken, o kendi başına oyun oynadı. Ona vadettiğim hayatı yaşatamadım. Şimdi karşıma dikilmiş, şikayetlenecekti. Nefsimin arzuları yüzünden Poe'yu aksatmıştım.
Sızlanarak, "Gguk! Lütfen bari bahçeye çıkabileyim çok sıkıldım ne olursun Gguk!" dedi. Kendi yükümün üstüne sorumluluklarım bindi. Bir kez olsun kendimi düşünüp yaşayamadığım aklıma geldi. Sadık bir kul, hayırlı evlat, koruyucu abi olmak için çabalıyordum. Kendi isteklerimi, nefsimin arzuladığı her şeyi itekleyip, hep başkaları için çabalıyordum, buna rağmen günün sonunda yanımda kimsem kalmıyordu. 20 yıldır olduğu gibi, kendimi hiçe saydım. Başımla onayladım onu, hızlıca odadan çıktı.
Aşağı indiğimde Poe masanın üzerine oturmuş ayaklarını sallıyordu. Benimle kiliseye gelecekti. Dönerken onu resim defteri alacaktım ve evde vakit geçirirken sıkılmayacaktı. Elbisesi düzeltti, saçlarını arkaya attı. Bana uzattığı iki tokayı alıp saçlarının iki tutamını arkaya tutturdum. Ayakkabılarını giymesine yardım ettim. Kapının kilidini günler sonra çevirdim. Kapıyı açtım. Evin içine doluşan gün ışığı gözlerimi rahatsız etti. Poe hızlıca dışarıya çıkıp çimlerde zıplamaya başladı. Ben çıkıp, kapıyı kilitlerken onun sesini duydum. Poe ve Taehyung konuşuyordu. Poe köprünün ucuna kadar yaklaşmış ama köprüye çıkmamıştı.
Derin bir nefes alıp, anahtarı cebime koydum. Arkamı dönüp Poe'ya seslendim. Bana döndü, ona gelmesini söyleyecekken Taehyung, "Jeongguk, gelsenize." diye seslendi. Seslenişi boğazımda koca bir yumru oldu. Bir süre konuşamadım, Poe köprüye adımını atmış beni bekliyordu. Yutkundum. "İşimiz var." dedim. Poe "Hayır Gguk! Birazcık Tae ile duralım hem bir şeyler yapıyor çok merak ettim!" diyerek beni yalancı çıkardı. Poe'ya olan tüm öfkemi kendimden çıkardım. Gözlerimi kapattım, ağzımdan yanlış bir şey çıkmasın diye ağzıma kan tadı gelene kadar dilimi ısırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
siyah güneş
Teen FictionÖlümlü bedenini değil, Ruhunu bana teslim et Jeongguk, Seni kimsesiz bırakmayacağım.