3 : hello

1.1K 131 3
                                    

ep

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

ep.3

hello

Yalnız yaşamak istemiştim hep.

Küçüklüğümden beri, bir şeyleri sadece kendim halletmek istediğimi anladığım o andan beri yalnız yaşamak hep dileğim olmuştu. Odamı kendim toplayacaktım, evimi kendim temizleyecektim. Yemeğimi de kendim yapıp tek başıma yiyecektim. Arkadaşlarım hep vardı, ama ben kendimi onların yanında da yalnız hissetmiştim. Soğuk davranarak bunu kendime yapan bendim evet ama kimse de gelip gerçekten konuşmak istememişti benimle. Belki de ben izin vermemiştim. Bilmiyordum. Bazı konuları ne kadar düşünsem de bir cevap bulamıyordum bazen.

Güller.

Çiçekler.

15 yaşındayken babamla çiçek dikmeye başlamıştık müstakil olan evimizin bahçesinde, o zamandan beri çiçeklere olan ilgim her geçen gün artmıştı. En çok gülleri seviyordum. Rengarenklerdi.

Üzerimi değiştirip aşağı indiğimde kendimi geniş siyah koltuğa atıp gözlerimi kapatmıştım. O müstakil ev artık yoktu, uzun binalar vardı. O çiçekler de artık yoktu, bana sadece güller kalmıştı.

Gözlerimi açtıktan sonra başımı hafifçe kaldırıp karşımdaki televizyon ünitesinin iki yanında bulunan vazolara baktım. Sola döndüğümde mutfak masasının üzerindeki sarı renkli güller dikkatimi çekmişti direkt, gri renkli mutfaktaki tek şey alçak yemek masasının üzerindeki vazoda duran sarı güllerdi.

Masanın arkasındaki tablo gözüme çarpmıştı, açık artırmadaki tablo aklıma geldiğinde dudaklarım kendiliğinden büzülmüştü. Onu alamadığım için üzgündüm. Odama koymak istiyordum.

Saat gece yarısını geçiyordu, Jennie çıktığımı görmüştü ama kimseye haber vermediğim aklıma geldiğinde anneme kısa bir mesaj bırakmıştım merak etmemesi için. Yani, tabloyu alamadığım için depresyona girecek değildim ama çok güzeldi. Dudaklarımı birbirine bastırarak ortadaki sehpanın üzerindeki küçük kumandayı aldım ve perdeleri onun yardımıyla açarken ışıkları söndürdüm. Cama dönecek şekilde koltuğa uzandığımda yağmur yağmaya başladığını yeni fark ediyordum, pikeyi üzerime alıp gözlerimi kapattığımda bugünü böylece bitirmiş oldum.

"Gözlerin şişmiş." diye mırıldandım salık saçlarımı tepemde toplarken. Jennie parmaklarını gözlerine bastırıp sessizce bir nefes verdi.

"Uykum var." diye konuştu sessizce yanından ayrıldığında. Bir şey demeden boş koşu bantlarının birine geçip orta düzeye ayarladığımda, kulaklıklarımı taktıktan sonra koşmaya başlamıştım. Haftanın üç günü beraber spor salonuna geliyorduk, çünkü ikimizde çalışmıyorduk ve evde oturmaktan sıkıldığımızda bu öneri Sooyoung'tan gelmişti. O da buraya üyeydi ama dün görememiştim. Koşudan sonra ona bakmayı aklıma not ederek hızı biraz daha arttırdım. Başımı kaldırdığımda tanıdık bir yüz görmemle hızı düşürüp yürümeye başladığımda durduğu yerde dikilmeyi bırakıp önümde durdu.

"Bir selam demeyecek misin?"

Banttan inip birkaç adımda yanına ulaştım. Kaşlarımı kaldırıp ona döndüğümde merakla bana bakıyordu.

"Neden sen demiyorsun?" 

Omzunu silkti. "Selam."

"Garip." diye mırıldandım yanından geçip giderken. Neden böyle bir konuşma gerçekleştirmiştik?

"Kahve içelim mi?"

"Neden, tanışıyor muyuz?" dedim durduğum yerde ona dönerken, yan bir şekilde bakıyordum. Neden, neden, neden. Üzerinde uzun siyah renkli bol bir tişörtle aynı renk eşofman vardı, dünkü sallanan küpesi yoktu ve saçları dağınık bir şekilde duruyordu. Kaşlarımı kaldırıp bana bakmaya devam ederken, "Bana kaba diyene bakın." diye mırıldandı ve arkasını dönüp kum torbalarının olduğu alana doğru yürüdü. "Tarih tekerrür edermiş."

Ne?

Peşinden ilerlerken amacımın ne olduğunu bilmiyordum, o tam yumruğunu torbaya geçirecekken torbayı tutup önüne geçtim ve şaşırdığını gözlerinden anladım. Dudağının kenarı kıvrılmıştı. Ellerini aşağı indirip kaşlarını tekrar kaldırdı, bu hareketi sık yapıyordu.

"Ne demek istedin?" diye sorduğumda, "Hiçbir şey. Kaba olduğunu söyledim sadece, daha önce söyleyen olmadı mı?" dedi. Aramızda fazla mesafe yoktu ve o mentollü kokuyu yine almaya başlamıştım. 

"Oldu," diye mırıldandım bir adım geriye giderken, sırtım kum torbasına değiyordu. "Kaba olduğumu söyleyen biri." 

Bir şey demesine fırsat bırakmadan yanından geçip gittiğimde boks eldivenlerimi alıp ondan uzakta olan kum torbasının başına geçip boynuma asılı beatslerimi kulaklarıma geçirdim.

Kimseyi duymak istemiyordum, kimseyi.

Verdiğim derin nefesler eşliğinde yarım saatin ardından vurmayı bıraktığımda göz ucuyla ona baktım, hala sert bir şekilde vurmaya devam ediyordu.

"Hey."

"Hey." diyerek Sooyoung'a döndüm gülerek, fazla terlemediğimden uzattığı kolları geri çevirmemiş, bende ona sarılmıştım.

"Kaç gündür göremiyorum seni," diye mırıldandı elindeki şişeden birkaç yudum alırken, yere oturduğunda bende onun yanına çöküp başımı arkamdaki duvara yasladım. 

"Ben buradayım hep,"

"Manyak gibi spor yaptığını bilmeyen yok, parmağım kadar kaldın." diye homurdandığında sessiz kalıp gülmüştüm. İyi yiyordum ama spor yaptığımdan kilo almıyordum. 

"Bir ara kızlar gecesi yapmalıyız, eğlenmeyi özledim." 

"Yakın zamanda eğlenebileceğimiz bir doğum günü partisi var," dedi bana karşılık. 

"Kimin?" diye sordum merakla ama aklıma kimse gelmemişti yakın tarihte doğum günü olan.

"Jungkook." kaşlarımı kaldırdım, yakın olmadığım birinin partisine gidecek halim yoktu ki çağırılırsam Jennie yüzünden çağırılırdım. "Lalisa ve Soojin ayarlıyormuş. 1 Eylül'de."

"Ben gelmem." diye mırıldandım. "Çağırılmadım da zaten."

"Kimsenin çağırmaması çok normal daha kimse davet edilmedi, bu bilgi gizli." diye mırıldanırken göz kırpmıştı bana dönerek. "Ayrıca Jennie oraya sensiz gitmez, yani sen de gelmek zorundasın."






okuyanlar lütfen yorum bırakmayı
ihmal etmeyin🙌🏻🤍

sizi seviyorum!

old woundsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin