ep.20
❝ seattle ❞
Geçmişi deşme derler.
Çünkü sen deştikçe üstesinden gelirsin, her şeyi unutursun. Anlatırsın, kurtulursun. Ağlarsın, rahatlarsın. Ya da sadece öyle hissedersin. Belki de geçmişi sikeyim, diyip önüne bakar hiçbir şeyi umursamazsın, herkese öyle anlatırsın, inandırırsın kendine. Kendini de inandırırsın buna. Umursamıyorum dersin, yalan söylersin. Herkesi kandırırsın ama kendini kandıramazsın. İçinde büyüyen o düşüncelerin kökünü yok edemezsin. Seni yer, bitirir. Yok eder.
Jungkook bunu yapmamam gerektiğini öğretmişti bana, o bilmiyordu belki ama ben ondan bunu öğrenmiştim. Umursamadığımı söylüyordum ama onlardan kaçtığımı biliyordum. Ben onların değil yüzünü görmek, adlarını bile duymak istemiyordum ki. Benim için toprağın altındaki ölü, çürümüş bedenlerden hiçbir farkları yoktu yıllardır. Neden beni rahat bırakmıyorlardı?
Neden, sorusundan nefret ederdim çünkü çoğu zaman sorumun cevabı yerine bana masallar anlatılırdı. Ben de dinlerdim, bile bile.
Jaehyun'u gördüğümde aklıma sadece o basketbol günü geliyordu artık, geçirdiğimiz iyi haftaların tamamı zihnimden silinmişti. İyi hatıralara kötülük mü yapıyordum bilmiyorum ama bana bunu yapan oydu. Ben hiçbir şey yapmamıştım.
Adımlarımı soyunma odasına yöneltip çantamdan çıkardığım beatslerimi kulaklarıma geçirdim ve müziği açarken boş olan kum torbasının önüne gelip telefonu yüksek masaya bıraktım. Eldivenleri elime geçirirken, nefeslerimi kontrol altına alıp sakinleşmek adına birkaç nefes antrenmanının ardından yumruklarımı torbaya geçirmeye başladım. Kimseyi duymak istemediğim o dakikalardaydım. Jungkook'u sağ tarafımdaki boşalan yerde gördüğümde dikkatimi toplayıp ona bakmaya kestim ve yumruklarıma odaklandım. Benim aksime onun yumrukları fazla hızlı değildi, zaten onu ya barfiks çekerken ya da ringde hocasıyla karşılıklı çalışırken görüyordum. Kum torbalarına çok nadir uğruyordu.
Yarım saatin sonunda beatsleri boynuma indirip eldivenleri çıkardım ve uçlarındaki ipleri birbirine bağlayıp sepete attım.
"İyi misin?"
Konuşan Jungkook'tu.
Cevap vermek yerine gidip kollarımı beline sardım ve başımı boyun girintisine gömdüm.
Yeterli bir cevap olduğunu düşünüyordum çünkü yine bir şey olmuştu ve ben yine ona gitmiştim.
1 Yıl Sonra, Ağustos
"Her şeyimiz hazır anne, dert etme." diye mırıldandım. Aylar önce her şeyi ayarladığımızda ailelerimizle beraber yemeğe çıkmış hem ilişkimizi açıklamıştık hem de lisans planlarımızı konuşmuştuk. Seattle'a gidiyorduk. Bir ay önceye kadar evi ve eşyaları ayarlamış, valizlerimizi göndermiştik. Bugün de gideceğimiz gündü. Annemlerle vedalaşıyordum çünkü havaalanına gelip duygusal anlar yaşamak şuan için isteyeceğim son şeydi. Son kez onlara sarılıp, öperken. "Sizi seviyorum." demiştim. Bizi Junghyun ve Alice bırakacaktı havaalanına. Annemin dolu gözlerine son kez bakarken Alice'in peşinden ilerledim ve binadan çıkarken çoktan aşağıda olan siyah spor arabaya baktım. Valiz derdimiz olmadığı için mutluydum, bagajla uğraşmayacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
old wounds
Fanfiction"O müstakil ev artık yoktu, uzun binalar vardı. O çiçekler de artık yoktu, bana sadece güller kalmıştı." [Roseanne ✘ Jungkook] 2021||apricitasni