hainsin, çay, dinliyor|2
Elis Kunt'un Ağzından |İSTANBUL
Karanlık değildi; on yıl öncesinde kahkahalarla koşarak yakalamaç oynadığım sokak, sevdiğimizin adını yazıp yanına kalp çizdiğimiz duvarlar, saklambaç oynarken saklandığımız en kuytu köşelere kadar her yer ölü bir kasvetin, iç içe girmiş küfürlü aşk sözlerinin altında kalmıştı. Belki karanlıkta kalsaydı ve ben bunları görmeseydim daha iyi olabilirdi. Parçalanmış kaldırımlar gözümün önünde birleşip, sayılarını benim çizdiğim seksek yansıdı üzerlerine. O günlerden kalan birkaç insanı aradı gözlerim. Saat başı 'anne su sal' diye bağıran, ekmek arası isteyen ve dönme dolabı görünce heyecana kapılıp hemencecik ailesinden para koparan çocuklar; ellerinde çekirdekleriyle apartman girişine oturup dedikodunun en koyu kısmında şaşkınlık nidasıyla dizlerini döven kadınlar; iş saati evlerine dönen babaların sokakta oynayan çocuklarını eve çağırışları... Bakışlarım bunların yaşandığı her köşede gidip gelse de birinde bile istediğini bulamadı. Burası artık terk edilmiş bir İstanbul sokağıydı.
Oyunları hep ben kurar, küslükleri hep ben düzeltir ve evcilik oyununda ise hep ben anne olurdum. On yıl önce buradan göz yaşlarıyla ayrıldığımda, sokağın en sevilen kızı unvanını da orada bırakmıştım, anne unvanını da. Şuan baktığım enkazın altında yatıyordu tüm unvanlarım, çocukluğum.
Saklambaç oynarken saklandığımız en ücra köşelerin bile tinerci yuvası olduğunu görmek, başımdan aşağı kaynar suların dökülmesine neden olmuştu. Ben topumuzu patlatıp duran, çok ses çıktığında bizi azarlayan teyzeyi bile yaşıyor umarken koca bir arazi ile karşılaşmayı hesap etmemiştim. Yarım saattir her köşesini incelediğim sokakta öylece dikiliyordum.
Başımı, eski oturduğumuz binanın olduğu yöne çevirdiğimde neredeyse yıkılmak üzere olan bir çöküntüyle karşılaştım. Ah! Resmen her yerin duygusu emilmiş, ardında bıraktığı bir iskelet kalmıştı.
Arka cebimde birinin aradığını belirten titreşim iyice çoğalırken, girdiğim şaşkınlık nöbetinden kendimi çekiştirmeye çalıştım. Burayı bulmak kolay olmuştu, peki ya sonrası?
Kendime gelmek adına salladım başımı. Gözlerimi kırpıştırarak telefonu aldım elime ve arayan kişiye baktım.
Ömer.
Ona güzel bir mekanda hasret gidereceğimizin sözünü verdiğim aklıma geldiğinde, ufak çaplı bir endişe kaplasa da bedenimi, az önce ki hayal kırıklığının yerini tutmadı. Büyük ihtimalle sözleştiğimiz o kafeye çoktan varmıştı, her zaman ki gibi beni bekliyordu. Hep bekleten taraf ben olduğumdan, beklemeyi sevmediğine dair hatırlatıcı cümleleri aklımda yankı etkisi yarattı. Bakışlarımı ortalıkta dolandırdım; birinin beni izliyor ya da çabucak gelip elimdeki telefonu kapacak olma ihtimaline karşı. "Alo?" diyemezken başladı özlediğim ses tonu, özlediğim yakınmasına.
"Neredesin sen? Ağaç oldum burada! Tamam erkekler bekletilir ama bu kadarı da fazla..." sıradaki söyleyeceği cümlesini anladığımda onunla birlikte ağzımı oynattım: "Beklemeyi sevmediğimi biliyorsun!"
Üzerime düşen bu sokağın ölü kasvetinden kendimi silkelemeye çalıştım. Adımlarımı geldiğim yöne, çıkmak için hazırlarken on yıl önce ki gidişim geldi yine aklıma. Elbet her şey bir gün biterdi, şimdi ise kahve borcum olan dostuma kavuşmak olmalıydı düşünmem gereken.
Yarım yamalak tesellim beni rahatlatmamış olsa da, Ömer'i bekletmemem gerekiyordu. Ne kadar çok beklerse o kadar çok acıkan bir arkadaşım varken zamanı iyi kullanmam gerektiğini, aksi taktirde acısının cüzdanımdan çıkacağını iyi biliyordum. "Şey, gelince anlatırım. Az kaldı zaten."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Siyaha Karışınca
Teen FictionO daima buz gibi bakardı. İçimdeki yangına serpinti; Geride kalan küllere esintiydi.