.20. | Pembe Masal

1.3K 160 363
                                    

"Taehyung!" Diye bağırdım gücümün son evresindeyken. "Aç şu kapıyı, yalvarırım!" Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum çünkü diken batan ellerime pansuman yapılmadığı ve sürekli kilitlenen kapıya vurduğum için sızlamaya, kanamaya başlamıştı. Göz yaşlarım akmaya yüz tutmuş, çenem hafiften titriyordu.

Kısacası, çok sürmeden acizliğime kavuşmuştum yeniden.

Gücümün son kırıntılarında olduğumu hissederken son kez araladım dudaklarımı. "Taehyung!" Hâlâ en ufak bir cevap gelmiyordu ve bu durum yanağımdan bir yaş akmasına sebep olmuştu. Güç almak için kapıya yasladım sırtımı. Ağzımdan kaçan hıçkırıklara engel olamıyor kafamı dizime gömüp kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Fakat başardığım pek söylenemezdi.

Derin bir iç çektim gözlerim yorgunlukla kapanırken. Göz kapaklarım kapandığından bir süredir akmaması için uğraştığım göz yaşı yanağıma düşmüştü usulca. Tam bu sırada evin saatlerdir ses gelmeyen alt katından tıkırtılar gelmiş, kaybolmak üzere olan umudum gözlerimi parlaymıştı anında. Belki de Taehyung kapımı açmak, beni çıkarmak için ayaklanmıştı.

Umudumun son parçalarıyla yumruk yaptığım elimi kapıya sertçe vurdum. "Taehyung çıkar beni buradan!" Diye seslendim titremesine engel olamadığım sesimle. Gelen tıkırtılar bana yaklaşmanın yanından dahî geçmiyordu, sanki kapı tarafından geliyor gibiydi.

Sesler zaman geçtikçe artıyordu ve bu benim nefesimin sıklaşmasına korkmama neden olmuştu. Taehyung'un sinirini evdeki bir çalışana çıkarmış olabileceği düştü aklıma daha sonra. Kapıya korku ve endişeyle daha hızlı vurmaya başladım. "Taehyung! Taehyung neler oluyor?! Çıkar beni buradan çok korkuyorum, lütfen!"

Ve evde yüksek bir ses duyulmuştu.

"Taehyung!" Göz yaşlarım durmaksızın yanağımı ıslatırken aynı zamanda da hıçkırmaya başlamıştım. Az önce büyük bir şey kırılmış gibi çıkan ses kulağımda çınlamaya göğsüm hiç olmadığı kadar hızlı inip kalkmaya başlamıştı. "K-korkuyorum Taehyung!" Diye bağırdım kapıya daha fazla vurmaya gücüm olmadığından bedenimi dyvara yaslamışken.

Tüm bunlar bir kabus olmalıydı. Hayatım bıyunca gördüğüm en kötü kabusun parçaları olmalıydı ki, kendimi daha fazla berbat hissedemezdim. Başımı biraz daha dik tutamayacağımı anladığımda yavaşça yana yatırdım. "Taehyung." Diye bir fısıltı kaçmıştı dudaklarımdan. "Korkuyorum."

Ardından tüm bedenimi soğuk bir ürperti sardı. Aşağı kattan gelen bağırışma seslerini dinlemeye çalıştım, az da olsa neler olduğunu anlamak adına. Fakat sesler artık anlamsız fısıltılar gibi geliyordu kulağıma.

Yutkundum.

Çöktüğüm duvar köşesinden kocaman yatak odasına baygın bakışlarımı gönderdim. Gözlerim Taehyung'un yatak odamızın ortasına çerçevelettiği, ikimizinde mutlu olduğu resmi buldu. Güldüm sessizce. Ufak tebessümüm kahlahalara dönüşene kadar güldüm.

Ah, mutluyduk biz onunla; bir zamanlar.

Her bir yanı ağrıyan bedenimi hiçe sayıp oturduğum yerden güçlükle ayaklandım. Adımlarım oldukça yavaştı fakat umursadığım lek söylenemezdi. Yüzümdeki histerik tebessüm sürerken çerçeveyi elime aldım. "Hah," parmaklarım tozlanmış resmin üstünde gezerken kaşlarım havalanmıştı alayla. "Mutluluğum sürecek mi sanıyordum o zamanlar? Ne kadar da komik~ Yaşattıklarımı yaşamadan öleceğimi mi düşünüyordum ben?" Daha sonra kahkaham yankılanmıştı kulaklarımda.

Sen en kötüsünü hakettin Chaeyoung. Sen, ölümden beterini hakettin.

"Evet." Diye mırıldandım içimdeki susmak bilmeyen sese karşın. "Evet, ölmeliydim. Herkesten önce ben defolup gitmeliydim bu hayattan." Solmuş tebessümümün yerini acı bir ifade almıştı o sırada. Islandığı için yapışan kirpiklerimi kırpıştırdım gözlerim resimden bir saniye olsun ayrılmazken.

Beni öldürdün.

Arkamdan duyduğum sese karşın dudaklarım aralandı acıyla. Kesik bir nefes aldım ağlıyor olduğumun farkına bile varmazken. "Hayır y-yapmadım. Öldürmedim seni." Dedim ve arkamı dönüp özlemle yüzünü incelemeye başladım. Ona doğru bir adım attığım anda gözünden bir damla yaş düşmüş, bu ise yerimde öylece kalmama vesile olmuştu.

Beni öldüren senken nasıl özlersin beni? Nasıl, nasıl kıyarsın bana? Beni hep koruyacağını söylemiştin, neden korumadın kendinden?

Nefesim söyledikleri ile kesilirken ellerim kulaklarıma ulaşmıştı çoktan. Sıkıca kapattım kulaklarımı söylediklerini duymamak için. "Özür dilerim." Diye mırıldandım. "Özür dilerim, özür dilerim özür dilerim." Diye tekrar ettim defalarca.

Özrün beni geri döndürmeyecek Chaeyoung! Özür dilemek için çok geç kaldın!

Acıyla bağırışı kulaklarımı kapatsam dahî içimde bir yerlerde büyük bir acı hissetmeme sebep olmuştu. "Özür dilerim! Ölmeni istemedim özür dilerim!" Diye karşılık verdiğimde kulaklarımı daha sıkı kapatıp yeniden yere çökmüştüm. "İstemedim." Kendime inandırmak istercesine tekarar fısıldadım güçlükle. "İstemedim."

Ben senin yüzünden toprağın altındayken bunları söylemen anlamsız Chaeyoung.

Gözlerimi dolduran yaşlardan ötürü bulanık görmeye başlamış, bakışlarımı zor da olsa her şeye raümen şefkatle bana bakan ona çevirmiştim. "Özür dilerim." Gülümsedi. Acıyla gülümsedi.

Seni seviyorum Chaeyoung.

Cevap veremedim. Acı dolu gözlerimi üzerinde tuttum. O öylece kaybolduktan sonra dahî gözümü ayırmadım. Aşağı kattan gelen sesler hâlâ sürüyordu fakat duyamıyordum, ki artık duymak da istemiyordum.

O, beni sevdiğini söyledi.

Tüm gün boyunca kesilmemiş göz yaşlarım akmıyordu artık. Öylece karşıma bakıyordum, ne ağlayabiliyor, ne de herhangi bir acı hissediyordum. "Ben katilim." Dedim duygusuzca. "Ben, birini öldürdüm, beni seven birini öldürdüm." Karşımdaki boş duvara konuşmaya devam ettim bir süre.

Karşımda benliğim varmış gibi yüzleştim kendimle. Konuştukça nefret ettim, yaptıklarımı kendi ağzımdan duydukça, öldürdüğüm gibi ölmem gerektiğini hatırladıkça nefret ettim kendimden.

Sonra merdivenlerden gelen yüksek sesler ayırdı bakışlarımı boş duvardan. Çok sürmeden kapıma peş peşe vurulması, adımın defalarca söylenmesi kulaklarıma vardı. Tepki veremedim. Dudaklarımı aralayıp birkaç kelime söyleyemedim.

Ve kapı sert bir cisimle kırıldı, hemen ardından endişleyle o girdi. "Chaeyoung!" Tanıdık ses kulaklarında yankılanırken ayaklarım daha fazla beni taşıyamamış yere yığılmama sebep olmuştu.

"Ambulans! Ambulans çağırın hemen!" Demişti daha sonra o tanıdık ses. Acıyla tebessüm ettim yığıldığım yerde. Belimi sarmalamış kolları hissettiğimde ise kapanmış gözlerimin arasından göz yaşım firar etmişti. "Yabancı." Diye fısıldadım kalan son gücümle.

Yabancı yine gelmişti, beni kurtarmak için.

O, bu hikayedeki beyaz atlı prensti. Ama ben o masum prenses değildim, asla olmamıştım.

Çünkü benim kalbim, pembe masallara konu olamayacak kadar kirliydi.

Uzun zaman oldu.

Bu arada kafanız karışmasın diye söyleyeyim dedim, kalın ve eğik yazdıklarımı kitapta önemli bir rol oynayan biri söylüyor, henüz kendisini tanımıyorsunuz >-<

keep quiet, rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin