Başlama tarihinizi bırakmayı unutmayın :)
Anathema-Angelica
Cam kırıkları ve ruh yarıkları.
Ellerimi her attığımda parmak izlerimin başka birini kesen ruh yarıklarımın içi, keskin cam kırıklarıyla doluydu. Aklımdan geçenler, aklımdan geçemeyip zihnimin uçurumundan düşenler; biri çıktığı yolun yarısında, biri düştüğü dikliğin gölgesinde parçalanıp dayanılmaz hiçlikler bırakıyorlardı bana.
Kırıktı benim hiçliklerim bile.
Yüzüme vuran rüzgarın hissizleştiren soğuğu, dalgaların sesiyle kulaklarımda uğuldadı. Ruhunu gökyüzünden alan deniz; şimdi üzerindeki kara bulutlarla siyaha bulanmış, önümüzde uzanıyordu. Deri ceketimin dar cebine soktum ellerimi.
"Neden gitmedin?" dedi arkamdaki orman yangınının sahibi. Kulaklarımı kırmızıya boyayan poyrazın sahibi de oydu.
"Üşüyordun."
Denize dönük bakışlarımız birbirini isli suların yansımasında buldu. Arada metreler değil, okyanuslar olsa da gözlerimiz birleşirdi. Sivri sessizlik, aramızda yerini aldığında bedenini yanıma ilerletti. Artık yan yanaydık.
Hep yan yanaydık.
Gözleri, birleştiğimiz yerden koptu. Artık yüzümün kıyılarını eşeleyen yeşil hareleri, nasıl bir hal almıştı; kestiremedim. Başımı biraz sağa çevirsem kestiremediklerim önüme serilecekti, biliyordum. Ama buna henüz hazır değildim.
Bu 'değil'imin farkındaymış gibi gözlerini tekrar sonsuz gelen sonlu suların kıyılarına bıraktı. "Hala üşüyorum." dedi, sesi duyabileceğim kadar yakında başkasının duyamayacağı kadar uzaktaydı. "Neden gitmedin?"
Bildiklerini sorgulamayı severdi ve bunun nedeni şimdiye kadar duymadığı gerçeklerdi.
Başım tıpkı saniyeler önce onun yaptığı gibi yanındakine döndü. Boyuma fazla gelen ama ruhuma tam olan bedeni harelerime düştüğünde gözlerimi kapayıp bu bedenden kaçmak istedim. Ama kafamda durmadan daireler çizen tilkilerim, kaçmak istediğimin o olmadığını haykırıyordu.
Kaçmak istediğim hislerimdi. Hissizliklerimdi.
"Hala üşüyorsun." Yüzünün her santimini ezberlemeye yüz tutmuş gözlerim, tanıdık yolları yeni baştan adımladılar. "Ben de gitmiyorum."
Dönecek diye korktum. Ruhumun kıyılarına vuran bir dalganın bile adını koyamazken, onlarcasının yüzüme vurduğunu düşünmekten korktum. Belki de hiçbir şey anlaşılmıyordu yüzümden. Tıpkı ölüme yakın birininki gibi yavaş ve isteksiz atan kalbimin yansımasıydı belki de.
Ölü ve çürük ruhum gibiydi belki.
Ama o döndü ve yıllanmış yaralar tekrar gün yüzüne çıktı.
Tutunmak için kaldırmıştım başımı, tutunmak için eğmişti başını.
"Ben asla ısınamayacağım, yeşil." Onun gözlerindeki kırmızı alevlerden arınmış bir yeşildi benim gözlerim. Yemyeşildi, yeşil kuyusuydu. Bana böyle seslenmişti, böyle kaldı.
Ben onunkilere verecek bir ad bulamamıştım. Yeşillerinin ortasındaki yangının adını çok aradım ama bulamadım. Şimdi olduğu gibi her defasında alevleri yer değiştiriyor ve tenimi, başka bir yerinden yakıyordu.
"Seni ısıtmak için kalmadım." Sadece kalmak istedim. "Sadece soğuğu seviyorum." Sadece kendime bir bahane aradım.
İçimden geçenleri hisseden Tanrı, karşımdaki adam hissedemesin diye bir rüzgar estirdi. Birbirine geçmiş düz saçlarım, aramızdan savruldu; açıp kapadığı yüzümün kenarlarında dolaştı.
Ama Tanrı'nın rüzgarı bile saklamaya yetmemişti.
Eli izinsizce kalkıp yüzümü kendi saçlarımdan arındırdı ve bir bekçi gibi yüzümde asılı kaldı.
"Ya bir gün sıcağı istersen?" derken, bu ihtimalin bilinmezliğine çatıldı kaşları. İçindeki savaşın meydanı, kaşlarının arasındaki o derin çukurda kurulmuştu. Gözlerinden şimdiye kadar onda yabancı olduğum bir duygu geçti.
Korku muydu?
Bunu sevmedim. Yeşillerinde gezinen bu nedensiz şeyi sevmedim. Hava ağırlaşıp aramıza bir duvar gibi çakıldığında, bu ağırlığın bir dağ olmadan kökünü kazıdım.
"İstemem."
"Ya istersen?"
"İstemem," Emindim. Elimi ağırca kaldırdım ve işaret parmağım şakağımdaki yerini koymuş gibi buldu. "ama bir gün sen yanmak istersen cehennemimiz burası olur." Hayır, gözleri çoktan cehennemimiz olmuştu.
Durmadım.
Yanağımda asılı duran elini elime kattım ve kalbimin tam üstüne götürdüm. Gözlerindeki yangın artık cehennemi geçmiş arafı yakıyordu. Cennetin kapılarına dayanması an meselesiydi. "Burası olur."
Neden dediğimi bile bilmediğim sözler dudaklarımdan dökülürken, bir itirafın karahindiba gibi yayıldığını hissettim.
Hiçbir tohumu yakalayamamıştım.
"Yanılıyorsun, yeşil." dedi. Kısık sesi kadifeye dokunuyormuş gibi hissettiriyordu. Ve son sözler yine onun ağzından döküldü:
"Eğer bir gün, benimle yanmak istersen," elime hapsolmuş elini parmaklıklardan kurtardı ve belime kaydırdı. Artık bedenlerimiz birbirine yaslı, alınlarımızdaki kader birbirine karışmıştı. "küle döneceğimi bilsem bile kirpik uçlarımdan, tırnaklarıma kadar kendimi senin için yakarım."
Devam etti.
"Sırf senin canın yanmasın diye. Yansak bile senin canın yanmasın diye."
Gözlerim kapanırken dökülemeyenler, dilimi kanattı.
Durmuş sandığım kalbim tekrar attı.
Ve ben gömüldüğüm yerden onun yangını için tekrar dirildim.
Tekrar onun için, içime içime yandım.
İPTİLA
FEZA DİDAR
29/03/2021
Selamlar, tanıtım bölümüm sizlerle. İleri bölümlerden bir kesit olan bu bölüm, giriş bölümü değildir. Birinci bölümü kısa bir süre sonra yayınlayacağım. Kütüphanenize eklemeyi ve yorum bırakmayı unutmayın :)
instagram: iptilawatty
fezadidar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPTİLA
Teen FictionBinlercesi doğdu, binlercesi öldü. Kaderleri solmuş cesetler, kalanların hayatlarına gömüldü. Kurumamış yalanlar, ruhlarını çürüttü. Bir sayfanın iki ucuyduk. Yıprandık. Yıprandığımız yerden yırtıldık. Yırtıklarımız birbirine karıştı, karıştık. Acı...