Karşımda ilk gördüğüm seferin aksine sinirli olduğunu düşündüğüm beden yüzünden bağırıp geriye doğru sendeliyorum fakat o aynı cümleyi tekrarladıktan sonra yok oluyor. Sesi yankılanmaya devam ediyor, içimi engel alamadığım bir üşüme ele geçiriyor.
Uyumaya dahi korkuyorum. Evde yankılanan sesini duymamak için aceleyle karman çorman kulaklığımı hırpani hareketlerle çözüp kulağıma yerleştiriyorum ve yorganımın altına girip son seste çalan bir şarkı açıyorum fakat etrafımdan gelen sesleri duyamamak beni daha savunmasız hissettiriyor. Düşünmemek için kendimi zorluyorum. Gözlerimi kapıyorum, gördüklerim gerçek değil, duyduklarım gerçek değil.
Kulaklık yüzünden dışardaki sesleri duyamadığımdan her an saldırıya açık hissetmeme tahammül edemiyorum ve yavaşça kulaklıkları çıkarıyorum. Aynı cümle tekrar edip duruyor. Sanki duvarların içinden geçiyor gibi veya etrafımda yüzlerce insan varmış farklı zamanlamalarla o cümleyi tekrar ediyorlarmış gibi.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.
Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho.Sesleri duymamak için ellerimi kulaklarıma bastırırken çığlık atıyorum. Ağlamak üzereyim ses gittikçe artıyor.
"Lütfen beni rahat bırak. Lütfen başkasını bul."
Konuştuğum anda ses kesiliyor. Yavaşça etrafı gözlemek için gözlerimi açıyorum. O, karşımda duruyor. Oturur pozisyona geçip yatakta geriliyorum. Onu ilk gördüğümde olduğu gibi küçük tebessümü yine yüzünü süslüyor. Aslında ürkütücü havası olmasa çok güzel gözükeceğini düşünüyorum. Uzun, kürek kemiklerine ulaşan siyah saçları var ve bebeksi bir yüzü.
"Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho."
Gülümsemesini yüzünden silmezken ezberlediğim cümleyi tekrarlıyor.
"Neden bunu istiyorsun?"
"Sevgilimi mezarından çıkar Lee Minho."
Sesi huzursuzlaşıyor. Kaş çatmasından düşük öfke töleransına yenik düşmek üzere olduğunu anlıyorum. Tüm bunlardan kurtulmak için dediğini yapıp normal hayatıma devam edeyim diye düşünmeme engel olamıyorum. Geriye doğru kaçmış olduğum, önünde durduğu yatakta tekrar ona doğru yaklaşıyorum. Bana zarar vermemesinden güven bulmaya çalışıyorum.
"Nasıl çıkaracağım sevgilini mezarından?"
Yüzündeki tebessüm büyüyor, gözlerinin ışıldamasına şahitlik ediyorum. Bir şey söylemeden arkasını dönüp odanın kapısına geldiğine kafasını çevirip bana bakıyor. Takip etmemi istediğini anlıyorum. Temkinli bir şekilde ayaklarımı yere basıp yataktan kalkıyorum. Odadan çıktığımda ise onu bulamıyorum, askılıktan bir hırkayı üstüme geçirdikten sonra dışarda onu görebileceğimi düşünerek aceleyle ayakkabılarımı ayağıma geçirip bağcıklarını yanlara sıkıştırıyorum.
Neden acele ettiğimi bilmiyorum fakat beni korkutmuyorken istediğini yapıp bu işten sıyrılmak istiyorum. Bir mezar açmak suç teşkil eden bir durum ve başıma bir bela daha açılmamasını ummaktan başka çarem yok.
Işıkların yanmadığı sokakta ay ışığının altında bedeni parlıyor. Eski kiliseye gidecek sokağın önünde beni bekliyor. Bisikletime binip yanına ilerliyorum.
Hava kasabamın halkının söylediği gibi gerçekten uğursuz bir şeyin habercisi gibi fakat boğucu değil, aksine canlı hissettiriyor.
Sokağın başına geldiğimde beden kayboluyor. Bunu umursamayıp sabah kaçtığım yollardan kaçtığım eski kiliseye ilerliyorum. Orada olacağını biliyorum.
Kısa bir süre sonra ay ışığının süslemesiyle daha da görkemli gözüken kilise görüş açıma giriyor ve o beden. Onu ilk gördüğüm yerde beni bekliyor. Kilisenin önünde bisikleti durdurabildiğimde üstünden kalkıyorum ve yola düşmesine sebep oluyorum fakat sokakta yankılanan asfalta çarpma sesini umursamadan uzun bedene yaklaşıyorum.
"Sana sevgilimin mezarını göstereceğim ve onu çıkartacaksın o taş lahitinden."
Konuşması bitince bir melodi mırıldanarak her kilisede olduğu gibi kilisenin sahip olduğu mezarlığa ilerliyor. Tüm mezar taşlarını geçip ürkütücü ormanın içine ilerliyor. Mezarlığı geçmeden hemen önce gözüme takılan küreği kapıyorum. Her yeri saran sise rağmen ilerlediğimiz yol tamamen gözle görülür. Sanki yolumuz çizilmiş.
Ne kadar yürüdüğümü tahmin edemediğim bir süre sonra ormanın ortasında anemon çiçeklerinin sarmaladığı bir açıklığın üzerinde duruyor. Anemon gençlik. Asil görünüme sahip bir çiçek, beyaz ve mor olanlarının çevrelediği boş toprağın üzerine bastığımda beni buraya getiren beden benden ilgisini çekmiş sadece çiçeklerle oynuyor. Ellerini dokunmadan üstlerinde gezdiriyor, sevmek ister gibi. Aynı zamanda bir melodiyi mırıldanıyor.
Kazmam gereken yerin üstünde durduğum boş toprak olduğunu düşünerek toprağa elimdeki kürekle ilk darbemi vuruyorum. Önümde oluşan çukurun zıttı bir şekilde yan tarafımda da bir toprak yığıntısı oluşuyor zamanla. Yorulduğumda nihayet küreğim sert bir zemine çarpıyor. O anda ormanın sesi azalıyor, beni buraya getiren beden mırıldandığı melodiyi durduruyor ve çiçekleri bırakıp yanıbaşıma geliyor. Hızla sert zeminin etrafındaki toprağı üstünden çekiyorum. Taş lahit kendini belli ediyor. Pürüzsüz, taş yüzeye kazınan ismin üzerinde parmaklarımı gezdiriyorum.
Louis Jeongin Yang
Anemon çiçeklerimiz de burada. Yukarıda bıraktığım müzik gizemli bedenimizin mırıldandığı melodi. Yorumlarınızı ve oylarınızı esirgememeniz dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nyctophilia | Jeongho
Fanfiction"Sevgilimi mezarından çıkar." Lee Minho, dünyada yapması gereken son bir şey kaldığı için tutsak kalmış bir ruhu dinlediğinde hem onun ruhunu hem de yüzyıllardır tabut ile gömülü bir vampiri özgür bırakır. 11/04/21