Kanımı donduruyor dile getirdiği gerçek. Daha çok merak ediyorum geçmişte ne olduğunu fakat sormak için doğru zaman mı emin olamıyorum.
Az önce söylediği gerçekle şaşkınlık içerisinde ona döndürdüğüm bakışlarımla ruh halini tartmaya çalışıyorum. Sorsam bile bana anlatır mı? Belli ki onun için de oldukça üzücü. Ya da bana güvenir mi?
Şimdilik bunları es geçip haftalardır göremediğim bedenin yanımda olmasıyla rahatlıyorum. O anda fark ettiğim gerçek tekrar gözlerimin bir miktar açılmasına sebebiyet veriyor. Yanında güvende hissediyorum. Mutfağımda dibime kadar giren şey, onun yanındayken beni korkutmuyor. Fark ettiğim gerçeği daha sonra dile getirmek şartıyla uzun zamandır aklımı kurcalayan başka bir konuyu açıyorum.
"Bu kadar süre neredeydin?"
Bakışlarını mezardan ayırıp bana çeviriyor. Bir vampirin gözlerinde yaşama isteğinin olmayışını görüyorum.
"Bazen eski şatomda, daha çokta onun mezarının yanındaydım."
Kısa süreli sessizlikle bakışları tekrar mezar taşına dönüyor. Göz pınarlarına dolan kırmızı sıvıyı görebiliyorum. Kırmızı damlalar daha fazla göz pınarlarına tutunamayıp yanaklarına düşüyor. Üstüne damlamadan önce yaklaşıp elimle yakalıyorum yanağından kayan damlayı. İçinde belli belirsiz bir şaşkınlığı barındıran göz bebekleri benimkilerle buluşuyor. Yanağındaki kan damlasını silince boynundan yanaklarına uzanan kırmızı damarlarının gözüktüğü soluk teninin üzerine daha çok yayılıyor kırmızı sıvı.
''Ne şatosu?''
Bakışları ormanın içinde yükselen tepeye dönüyor. En tepede uzun ağaçlar yüzünden sadece çok dikkatli bakınca gözüken kubbe şeklindeki çatıları fark ediyorum. Kasabalı halk genelde ormanın içine girmez. Ormanın da uğursuz olduğuna inanırlar. Bu yüzden şato, eski kilise gibi yerler sanki yokmuş gibi davranırlar.
"Ben tekrar gelirsin diye beklemiştim... Yanıma yani."
Ellerim yanaklarından düşerken konuştuğumda lüzumsuz yakınlığımız sebebiyle gözlerimi kaçırıyorum. Bu kadar yakınına girdiğimi fark etmeyişim utanmama sebebiyet veriyor. Kendi kendime utandığım havayı dağıtmak için bir adım geri çekilip buraya gelmeden önce yaşadığım olaydan bahsetmek istiyorum.
"Buraya gelmeden önce evimdeydim, mutfağımda ve tam arkamda biri vardı veya bir şey. Sert vücudunu hissettim, arkama döndüğümdeyse hiçbir şey yoktu."
"Çok fazla konu değiştiriyorsun. Düşüncelerin çok dağınık sanırım."
Az önce onu saran duygusallıktan sıyrılmış ve ilgiyle konuşuyor. Daha sonra ise şekilli kaşları çatılıyor.
"Evinde hissettiğin neydi bilmiyorum. Çok korktun mu?"
Alt dudağımı dişleyip başımı hafifçe yere eğdiğimde o anı düşünüyorum. O an hissettiğim çaresizlik hiç yaşamadığım cinsten.
"Korktum."
Net bir şekilde çıkan sesimle başını sallayıp sıkıntılı bakışlarını kaçırıyor üzerimden ve tekrar sesini duyuyorum.
"Benimle gelebilirsin. Sana karşı bunu borçluyum."
Elleri siyah kadife takımının içinden bileğinden çıkan fırfırlı beyaz gömleğinin kol ağızıyla oynuyor, düzeltmek ister gibi. Bir cevap veremeyip başımla onaylıyorum sadece.
"Evden almam gereken eşyalar var."
"Tamam o halde beraber gidelim."
Eliyle önden ilerlememi gösterecek bir şekilde nezaketle bana öncelik veriyor. Kilisenin önüne geldiğimde yere fırlattığım bisikletimi kaldırıp yanımda sürüklüyorum. Yürüyerek 15 dakikalık bir sürenin ardından evimin bahçesine vardığımızda sokakta kimsenin kalmayışıyla rahatlıyorum. Viktoryen dönemini anımsatan ve muhtemelen o dönemlerden kalan kıyafetini çevreden birisinin görmesi durumunda bizi zor bir duruma sokabileceğini düşünüyorum.
Anahtar ile kapıyı açıyorum ve aynı bana yaptığı gibi elimi uzatarak geçmesi için ona öncelik veriyorum.
"Teşekkür ederim."
Bunun için bile teşekkür etmesi bana gerçekten kibar eski adamlardan olduğunu kanıtlıyor. Bu bana Jane Austen'ın kitaplarını anımsatıyor.
Ben hızlıca yanıma aciliyeti olacak eşyalarımı alırken oturmak yerine salonda, duvarların üstünde asılı fotoğrafları inceleyerek vakit geçiriyor. Nihayet kendime bir çanta hazırladığımda adımları benimle beraber kapıya yöneliyor. Evden çıktığımızda ise yan yana adımlarımızı ormana doğru atıyoruz.
"Ormana girdiğimizde kucağıma gel. Bu hızda yürüyerek asla ulaşamayız o tepeye."
Başımı sallıyorum sadece. Onunla konuşacağımda cümlelerimi seçmek benim için zorlaşıyor çünkü. Kısa bir süre sonra ise taş yoldan çıkıp ağaçların sıklaştığı orman girişine geldiğimizde durup bedenini bana çeviriyor. Eğilip bacaklarımın altından ve belimden tutmaya çalışmasıyla sırtımdaki çantayı önüme çekiyorum ve beni kucağına almasına izin veriyorum.
Yüzünü bana çeviriyor, kırmızı renge kaçan dudaklarına kayıyor gözlerim. Onun gözleri ise kısa bir an yüzümde gezinip önüne dönüyor.
"Düşecek gibi hissedebilirsin. Korkma seni düşürmeyeceğim."
O cümlesini tamamladıktan sonra tenimi acıtacak kadar şiddetli geçen rüzgarı hissedip yüzümü boynuna saklıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nyctophilia | Jeongho
Fanfic"Sevgilimi mezarından çıkar." Lee Minho, dünyada yapması gereken son bir şey kaldığı için tutsak kalmış bir ruhu dinlediğinde hem onun ruhunu hem de yüzyıllardır tabut ile gömülü bir vampiri özgür bırakır. 11/04/21