1.Bölüm Nefesin Kesilene Kadar
Interstellar Main Theme - Extra Extended
Elimdeki ağır, tehlikeli metal parçasını karşımdaki kadına doğrultuyordum. Sarışın kadın Mavi, kızarmış gözlerini korkuyla bana dikmiş öylece duruyordu. Bense bir gece yarısı kendimi korumak için buraya dikilmiştim işte. Siyah yamuk saçları çenesinin altına ulaşan. Ela -Ki şuan koyuluğundan siyah bile görünüyor olabilecek- hissiz ama korkutucu gözlerimi acıyla, aynı zamanda kinle karşımdaki kadının mavilerine dikmiş. Altın döşemeli beyaz kapının eşiğinde duruyordum. Yine hissiz, yine acılı, yine tek. Yine ve yeniden. Hep aynıydım. Her koşulda. "Asu, sakın!" dedi Annesinin bir kaç adım önünde durmuş bana tehditkar mavileriyle bakan kadın. Annesininkinden daha uzun sarı saçlara sahipti. Ve annesinin kin ve korku barındıran mavilerinin aynısına sahip gözleriyle bana bakıyordu. O da hep aynıydı. Hep kinle. Hep nefretle bakardı gözlerimin içine. Hiç şefkatle bakılmamıştı benim kahve ile yeşilin karışımı gözlerime zaten. Neden derdim hep kendime. Bende ne eksik? Mavi gözlere sahip değilim diye mi bu kin, bu nefret? Yoksa sarı, ışıl ışıl saçlara sahip olmadığımdan mıdır bu aciz bakışlar? Oysa ki O derdi hep. 'Sen onlar gibi değilsin.' O'da aynı kinle bakardı. Öyle korkardım ki o bakıştan. Beş yaşında bir çocuktum oysa ki. Bu nefreti hak etmeyecek kadar temizdi kalbim, bu acıyı kaldıramayacak kadar büyüktü yüreğim. Ama ben, bendim işte. Yine sustum. Yine olsun dedim. O böyledir dedim. Hep böyleydi dedim. Affettim. Affetmek ne kötü bir duyguydu öyle. Ben hiç affedilmedim. Ona bakılırsa, affedilecek bir şeyde yapmamıştım. Ama umursamamıştım. yummuştum gözlerimi. Ve özür dilemiştim. Özür dilenecek bir şey yapmamama rağmen. Ama artık yummuyordum gözlerimi, yumamıyordum. Yumunca görüyordum çünkü. O'nu, Onları. Bu yüzdendir hep koyu, hep açık, hiç kırpmadığım büyük gözlerim. Bu yüzdendir hep titreyen ellerim. Bu yüzdendir kurmadığım her cümle, söylemediğim her sözcük. "Asu! Seni son kez uyarıyorum! Kes şunu!" dedi tekrardan o tok, ince sesiyle. Yine ve yeniden. Oysa ki uyarılması gereken O'ydu. O benim canımı yakmıştı. Af dilemesi gereken yine O'ydu. Ama yolun sonunda Af dileyecek, başını eğecek, sesi titreyecek olan ben olacaktım. Bunun bilincindeydim. Peki nedendir benim bu bükük boynum? Nedendir yastığa koyduğumda ağrıyan ensem? Ben miydim suçlu yine? Hak etmiş miydim bunu? "Asu!" dedi bir ses. Kalın ve tok bir sesti bu. Daha saniyeler dolmadan elimdeki metal başka birinin eline geçmişti. Ve bir el beni geriye savurmuştu. Başım arkamdaki beyaz renkte Altın döşemeli duvara çarparken kalçam yer ile buluşmuştu. Karşımdaki manzaranın acısı başımın acısını yok ediyordu. Sarışın kadın. Annesinin sarı saçlarına elini koymuş onu göğsüne yaslarken. Yanlarındaki esmer adam onlara çok garip bakıyordu. Neydi bu bakışın adı? Şefkat? Yoksa sevgi? Ben hiç rastlamamıştım bu bakışa. Tanımıyordum o gözleri. Elim usulca başıma gittiğinde elimde akışkan, ılık bir sıvı hissettim. Umursamadım. Onlar gibi. Onlarda beni umursamazdı. Bende onlardan öğrenmiştim. Asu umursanmaz biriydi. Asu Aciz biriydi. Asu'ydu çünkü o. Asu...
Önce sarışın kadın annesiyle birlikte terk etti odayı. Aynı benim gibi Asu'yu umursamadan. Ardından Esmer adam bana döndü. Ela gözleri benimkinin aksine Yeşille kaplanmıştı. Ama bana Onlara baktığı gibi garip bakmamıştı. Bana acizmişim gibi bakmıştı. Bana iğrençmişim gibi bakmıştı. Bana Asu'ymuşum gibi bakmıştı. Ardından elindeki metali ayakucuma bırakıp beni altın ve beyaz döşemeli odada terk etmişti. Yine ve yeniden. bu sefer canımı yakmamıştı bu terk ediş. Çünkü ben Asu'ydum. Asu terk edilmeyi hak ederdi. Yine hak etmişti ve hakkını almıştı. Acılı da olsa. Sancılı da olsa. Bunu umursamamışlardı. Ve bana sancılı, acılı hakkımı geri vermiş ardından çekip gitmişlerdi. Her zamanki gibi. Kanayan başımı arkamdaki duvara yasladım. Belki yarın, belki bir kaç saat sonra. Duvara kan lekesi bulaştırdığım için yine bana Asu'ymuşum gibi davranacaklardı. Yine bana Asu'ymuşum gibi bakacaklardı. Yine beni Asu'ymuşum gibi dışarı atacaklardı. Çünkü ben ne Ayşe'ydim, Ne Fatma. Ben Nefesim kesilene kadar Asu'ydum. Ve O'nlar benim nefesimi kesmek için can atıyorlardı. Ama ben izin vermeyecektim. Çünkü Ben Asu'ydum. Asu acizde olsa, Umursanmaz da olsa, Nefret edilesi de olsa. Asu yok edilemezdi. O Asu'ydu. Onun tek açıklaması buydu, Tek savunması buydu. O Asu'ydu. Başka bir marifeti, başka bir becerisi, başka bir savunması yoktu. Başımı duvardan kaldırıp usulca ayağa kalktım. Odanın en sonunda duran beyaz büyük dolaba doğru adımladım. Dolabın sürgülü kapağına elimi götürdüğümde beyaz dolaba kan bulaşmıştı. İşte yine yapmıştı. Asu yine kirletmişti. Asu her zaman kirletirdi, Asu her zaman bulaştırırdı. Umursamadım. Dolaptan siyah bir kot pantolon ve siyah bir boğazlı kazak çıkarttım. kafamdaki kanı umursamadan üstüme geçirdim. Dolabı kapatmadan bordo perdeleri olan cama doğru adımladım bu defa. Camı araladım ve kendimi çimlere doğru bıraktım. Ayaklarım yerle buluştuğunda doğruldum ve kafamı büyük villanın birinci katındaki camıma çevirdim. Bordo tüllü perdelerim rüzgarın etkisiyle camın dışına firar ediyorlardı. Umursamadım. Yine ve yeniden. Arkamı döndüm ve büyük bahçenin siyah demir kapısından çıktım. Işıltılı, lüks evler ve pahalı arabalarla çevrili sokakta adımlarımı hızlandırdım. Nefesin kesilene kadar. diye mırıldandım kendime. Dün yaptığım gibi, geçen hafta yaptığım gibi, ve aylar öncesine kadar hep yaptığım gibi. Adımlarımı hızlandırdım ve ışıl ışıl sokakta hızlı adımlarla nereye gittiğimi umursamadan sadece koştum. Bir kaç santim ile sağımdan beni sıyırarak geçen arabalara el salladım. Bazen kahkaha attım. Bazen ağladım. Bazen küfrettim. Ama bunların hepsini içimde yaptım. Ağrıyan kalbimde, sızlayan yüreğimde yaptım. Sessizce, sakince ve usulca yaptım. Bana öğretildiği gibi. Asu'ya emredildiği gibi. Saatlerin sonunda nefesim kesildiğinde olduğum yerde durdum. Ellerimi dizlerime yasladım ve hafifçe eğildim. Başımı kaldırdığımda Onların ışıl ışıl sokağının zıttı olan. Köhne, ıssız, karanlık bir sokağın ortasındaydım. Bu beni rahatsız etmedi. Burası bana benziyordu. Asu'ya benziyordu. Hoşuma gitmişti. Hızlı adımlarla ama koşmadan sokağın ortasında ilerlemeye devam ettim. Yine umursamadım. Belki bıçaklanacak, belki bir arabanın altında kalacak, belki de kaybolacaktım. Ama hiçbirini umursamadım. Asu zaten kayıptı. Asu zaten ölüydü. Asu zaten bir arabadan daha ağır yüklerin altında ezilmişti. Asu zaten can vermişti.
Önümde duran kirli, rutubetli gri duvardan anladığım üzere bir çıkmaz sokaktaydım. Umursamadım. Güldüm. Yine içimden, yine sessizce, yine belli etmeden. Yine Asu gibi. Arkamı döndüğümde adım atamadım. Çünkü karşımdaki iki adam yine bana o tanımadığım bakışlarla bakıyordu. Yine korkmadım. Yine tepki vermedim. Sonuçta ben Asu'ydum. "Selam canım. Hayırdır? nereden düştün buraya." dedi adamlardan biri bana adım atarak. Sarhoştu. Umursamadım. Yanlarından geçmek için sakin adımlarla ilerledim. Ama bana adımlayan adam buna izin vermedi. Kolumu kavradı ve beni sertçe çekti. Yine bir duvara çarptığımda daha kapanmamış olan yaramın daha kötü bir hale geldiğini hissettim. Adamlar benden ne istediklerini anlamıştım. Ve buna izin vereceğimi sanıyorlarsa yanılıyorlardı. Çünkü ben Asu'ydum. hiç konuşmayan adam bana doğru adım attığında bacağımı kaldırıp kasıklarına sert bir tekme yapıştırdım. Ama sanırım yanlış bir hamlede bulunmuştum. Tam diğer adama döneceğim sırada karnımda bir sızı hissetmemle elim karnıma gitti. Yine o ılık sıvıyı hissettim karnımda. Karnımda bir çakı vardı. Ama tepki vermedim. Çünkü Asu tepki vermezdi. Asu acıya mahkumdu. Çünkü o Asu'ydu. Adamlar hızla sokağı terk ederken ben öylece karnımdan hızla akan ve ellerimi kızıla boyayan o sıvıya bakıyordum. Belki de bugün gerçekten nefesin kesilecek Asu.
Ne yapmalıydım? Ölmeli miydim? Asu olsa ne yapardı? Ölmek nasıl bir şeydi? Ben yaşıyor muydum ki ölecektim? Hayır yanlış bir soruydu bu. Asu ölemezdi. Asu hiç yaşamamıştı. Bu durumda Asu'nun kurtulması gerekti. Acımı umursamadan adımlar atmaya başladım. Bir kaç dakikadan sonra bedenim uyuşmaya başladı. Adımlarımı hızlandırdım ve önüme gelen ilk binaya girdim. Eski ve kirli bir apartmandı. Gördüğüm ilk dairenin kapısına yaklaştım ve zili çaldım. Ses gelmedi. Zil bozuk olmalıydı. Karnımda olmayan elimi kaldırıp kapıya bir kaç kez vurdum. Yine ses gelmedi. Sanırım boştu. Bu sefer karşı dairenin kapısına yaklaştım. kapıya yine elimle vurdum. Bu defa içeriden yavaş adım sesleri geldi. Bedenim ve zihnim iyice hissizleşiyordu. Kapı yavaşça açıldığında karşımdakini dahi göremeden yere yığıldım. Karanlıkla buluştum. Asla kapatmadığım göz kapaklarım kapandılar. Ama bu defa O'nu görmedim, Bu defa Onları duymadım. Bu defa sadece karanlık vardı. Sadece Asu vardı.
Bu kitabı öyle bir anda gelen bir ilham ile yazmaya başladım.
Umarım seversiniz.
Sizce Asu nasıl bir karakter? Umarım Asu'yu seversiniz.
Ben Asu'ya şimdiden ısındım.
Peki Asu'nun başına ne gelecek?
Asu'yu kim kurtaracak?
Bu ev kimin? Bu evde kim var?
Evin sahibi Asu'ya yardım edecek mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıktaki Umut
General Fiction"Senin Umudun ben olacağım." dedi bir adım daha yaklaşarak. "Benim umutlarım karanlık. Kap karanlık. Aydınlanmaz bir daha." dedim Altın sarısı gözlerine bakarken. Bir adım daha attı. "Umutlarını Aydınlatma o zaman. Karanlık umutlarınla yaşa. Kim dem...