16 Nisan 2021
Şu an bu yazıyı kim okuyor bilmiyorum. Aslına bakarsan pek önemi de yok. Sadece bu yazıyı okuyan her kimse, dediklerimi ciddiye almasını bekliyorum. Anlatacaklarım her ne kadar deli saçması gibi gelse de; birazdan okuyacakların, elinde tuttuğun kağıt parçası kadar gerçek. Muhtemelen deniz kıyısında, bu kağıdı sıkıştırdığım taşın yakınlarında bir yerde olmalısın. Ciğerlerine benim için de temiz hava çek. Benimkiler şuan olabildiğince tuzlu su dolu olmalı. Belki balıklar bedenimden birer parça almak için birbirleri ile savaşıyorlardır; belki de kim bilir, sessizliğin ortasında öylece süzülüyorumdur. Bulunduğun bölgeye gelmeden önce ailemden kalan tek miras olan, müstakil evimi ateşe verdim. Ve bu kıyaya sadece, kendimi getirdim. Kağıdı, (muhtemelen en yakınındaki) simitçiden ödünç aldım. Kalemi ise yaşlı bir heriften çaldım diyebilirim. Ona doğru yaklaşıp, elindeki kalemi işaret ettiğimde, halimden korkmuş olacak ki çekinerek onu bana doğru uzattı. O an pek önemsememiştim. Ama şu an, içimden kalan son insani kırıntılara sığınarak, hafif bir vicdan azabı çekiyorum. Senden ricam, etrafta bulmaca çözen yetmişlerinde bir adam görürsen, kalemi ona geri teslim et. Şimdiden teşekkür ederim.
Sana uzun zamandır (yaklaşık 1 yıldır) yaşadıklarımı, olabildiğince kısa bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Öğrendiklerini çevrendeki tüm insanlara yay. Kulaktan kulağa yayılıp, dünyanın mutlak hakiminin gelmek üzere olduğunu tüm insanlığa söyle! (#ogeliyor)
Her şey 1 yıl önce, tam bugün başladı. O günün gecesi, yarı çıplak vaziyette yatağımda huzursuz bir şekilde uyumaya çalışıyordum. Ve sonunda uykuya yenik düşmüştüm. Lüsid bir rüyanın içindeydim. Ufukta, iğne iğne dağların yükseldiği bir vadi boyunca, olabildiğince uzanan yolun başındaydım. Başındaydım diyorum, çünkü arkamı göremiyordum. Kafamı her çevirdiğimde, görüş alanım yine karşımda duran kadim dağların ta kendisiydi. Yol boyunca tek tük, garip formlara sahip taş heykeller olduğunu hatırlıyorum. Kimisi ise, çeşitli deniz canlıları şeklindeydi. Bulunduğum yerde zaman kavramı yoktu sanki. Saatlerce yürümüş olmalıydım fakat, iki adımlık yol yürümüşçesine yorgunluk hissediyordum. O an, en yoğun hissettiğim duygu; susuzluktu.
Saatler geçti, belki de haftalar. Tepemde arsızca dans eden ikili yıldız çiftinin loş ışığında herhangi bir değişiklik olmamıştı, orada kaldığım süre boyunca. Sonunda sıra dağların en küçüğünün eteklerine iyice yaklaşmıştım. Görüş menzilimdeki karartı, zaman geçtikçe daha da belirgin hale gelmeye başlamış, en sonunda ise bir mağara girişi şeklini almıştı. Girişin önünde beni bekleyen şeyi ise, kamufle olmuşcasına; çok sonradan fark etmiştim. Sarı ve saman renginin karışımı bir cüppe giymiş, kapüşonunu ise kafasına çekmişti. Aramda 10 metre mesafe kaldığında bile yüzünü seçemiyordum. Temkinli davranarak, arama güvenli bir mesafe koydum. Arkama bakamıyordum. Ondan kaçamazdım. Zaten o an pek korktuğum da söylenemezdi. Sadece, hissettiğim susuzluk katlanılamaz boyutlara ulaşmaya başlamıştı. Elindeki parşömeni, onu açmadan önce fark etmemiştim (Orada, algılarım olabildiğince kördü). Kafasının ritmik hareketlerinden anladığım kadarıyla, elinde tuttuğu parşömendeki yazıları okumaya başlamıştı. Fakat ben herhangi bir ses duymuyordum. İşte tam o an, nefes almadığımı fark etmiştim. Bulunduğum yerde, sesi iletecek bir etmen yoktu. Gözlerimi kısıp, onu izlediğim sırada; birden bire bakışlarını bana doğru çevirdi. O an kemiklerime kadar yayılan dehşeti sana asla tarif edemem. Geriye attığım her adımda, ona daha da yaklaşıyordum. Kısa süre sonra, bu uğraştan vazgeçtim. Sol elini kaldırıp, mağara girişinin sivri çıkıntılarından birine sürterek; dirseklerine doğru akan mavimsi sıvıyı, kağıda damgalarcasına yedirmişti. Tam o an, ekşi terler dökmüş bir şekilde, sıçrayarak uyandım. Kendime gelmek ve üzerimdeki kötü duygulardan arınmak için körlemesine lavaboya gittim. Elimdeki kesiği ise, ışığı yaktığımda fark ettim. Uyanmış olsam bile, olan olmuştu. O kağıtta her ne yazıyorsa, onu kendi kanımla mühürlemiştim. Bir süre durarak, herhangi bir farklılık hissedip hissetmediğimi tarttım. Görünürde farklı bir şey yoktu. Ta ki, devam eden günler gelene kadar ...
Normal bir rüya görmez oldum. Kasvetli mekanların müdavimi olmuştum sanki. Rüyalarımda, güneşe hasrettim. Kimi zaman, zehirli bir denizin sahiline vurmuş; inleyen cesetleri izlerken buldum kendimi. Hiçbirinin gözlerinde bir ışık yoktu. Ölü olmalıydılar. Ama halen acı çekmeye devam ediyorlardı. Kimi zaman ise, zifiri uzay boşluğunun derinliklerinde; yayılmayan çığlıklar atarak, oradan oraya süzülüyordum. Aylar sonra rüyalarıma o girmeye başladı. O şey. Adını bilmiyorum. Ama onun kudretini, onunla her karşılaştığımda hissettim. Onunla yüzlerce kez karşılaşmama rağmen, gözlerini bir kere bile olsun açmadı. Okyanusun derinliklerinde bulunan sarayında, huzur içinde uyumaya devam ediyor.
Fakat vakit gelmek üzere. Ve ben onun yanına gidiyorum, sevgili yabancı. O uyandığı vakit, insanlık gerçek bir Tanrı ile karşılaşacak! Bendeniz birkaç kez, onun rüyalarını görme şerefine ulaştı. Yaşadıkları, yaşayacakları; yapmış olduğu ve yapacak olacağı şeyler insani sınırların ötesinde. Bedenim balıklara yem olacak olsa bile, ruhum onu uyandırmaya vesile olacak. Tüm insanlığı uyar! O geliyor! Kozmik döngü tamamlanmak üzere. Bunu bana kendi söyledi.
![](https://img.wattpad.com/cover/266231938-288-k0c2ff4.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyarı
ContoYaşamına son vermek üzere olan bir insanın; tüm insanlığa yaptığı bir uyarı, sizce dikkate almaya değer mi?