Yeraltının karanlığı ve uğursuz, ağır havası sanki ciğerlerinin sönüp gitmesine sebep oluyordu. Siyah cübbesinin başlığını iyice çekiştirdi yüzünü kapatabilmek için, kulağına dolan yel cübbesini uçuşturuyordu, siyah eldiven taktığı elini çekmedi bu yüzden başlığından. Durdu ve etrafı şöylece bir süzdü. Korkunun, nefretin, çaresizliğin ve ölümün soldurduğu bu toprakların sahibi geldiğini çoktan fark etmiş olmalıydı, zaten ondandı bütün bu kovmaya çalışmaları.
"Üzgünüm ancak şu durumda yapabileceğim bir şey yok." Sırıtışıyla birlikte sanki onun duyabilmesi için söylemişti cümlelerini, duyduğundan ise en ufak şüphe yoktu. Rüzgar daha sert esmeye başladı, umursamadığını belli ederek yavaş yavaş yürümeye devam etti, kuru ağaç dallarının birbirine çarpışı sebebiyle iç donduran bir hava oluşuyordu etrafta, bir yabancının gelişiyle rahatsız oldukları belliydi. Kargaların ötüşleri kulaklarını tırmalıyordu, yaşamını yitirmiş ağaçlardaki üç beş yaprak rüzgârın etkisiyle dalından koparak uçuşmaya başlamıştı, koskoca bir çukurun ortasındaki uzunca bir dağa inşa edilmiş Karanlıklar Lordu'nun müthiş şatosu kendini uzaklardan belli ediyordu. Ayaklarının altındaki yerin titrediğini hissetti, eğer yıkılacak olsa sonsuza kadar aşağı düşeceğini ve sonuç olarak ölümün pençelerinde sonsuz bir ıstıraba mahkum olacağını biliyordu. Aldırmadı, yürümeye devam etti, bu adamın canını kendi elleriyle almak isteyeceğini, bu sebeple de daha onu görmemişken ruhunu mahvetmeyeceğini biliyordu, ya da en azından onun kinine güveniyordu.
Oldukça uzun bir süre boyunca devam eden yürüyüşünden sonra nihayet uzun parmaklıklı bahçe kapısına varabilmişti. Parmaklıkların üzerine konan kargaların can çekişircesine hızlı ve acı dolu yakarışları doldu kulaklarına, sanki gözlerinin içine bakan kızıl gözleri ortamın loş ve boğuk havasında gitmesini emreder gibiydi, bunun olmayacağını söylemek ister gibi ayağını bir kez yere vurdu. Aynı tahmin ettiği gibi kargalar uçuşmuş, büyük kapılar hiddetle açılmıştı. Küçük kahkahası yayıldı ortama, yel ile birlikte uçtu gitti. Gülüyordu çünkü bu o adamın kendisine içeri gel ve sonsuz ölümünle tanış deme şekliydi.
İçeri attığı ilk adımda şatonun devasa bahçesindeki ağaçların dallarını kendilerine yuva benimsemiş kargalar daha büyük bir şiddetle ötmeye başlamıştı, onlarca yarasanın başındaki cübbeyi çıkartabilmek için üstüne uçmasına ek olarak, bastığı her yerden kara yılanlar çıkıyor, zehirli dişlerini göstere göstere ayağının altından geçiyordu. Bütün bunların birer ilüzyon olduğunu kendine hatırlattı, eski dostu -hiçbir zaman birer dost olamamışlardı aslında- kılına zarar gelmesine izin vermezdi.
Şatonun asıl giriş kapısına ulaştığında kapılar ağır ağır aralanmıştı bir gıcırtı eşliğinde, içerisi koskocaman bir hole açılıyordu, zemin siyah ve beyaz seramiklerle döşeliydi, oldukça yüksek olan tavandan taşlı uzun avizeler sarkıyor olmasına rağmen hiçbiri yanmamıştı kendisi içeri ilk adımını atana dek, arkasındaki kapı şiddetle kapanıp irkilmesine sebep oldu, kulağına dolan keman solosu ile birlikte bir rüzgar hissetmiş, ancak bu rüzgar sadece avizelerin üzerlerindeki mumların yanmasına sebep olmuştu. Antika, diye düşündü, Karanlıklar Lordu'nun böyle şeylere ilgisi olduğunu zaten herkes bilirdi.
Başını hafifçe hareket ettirerek etrafını süzdü, gözlerinin önünde siyah seramikli uzunca merdivenler uzanıyordu üzerinde koyu kırmızı halılar bulunan, öyle soğuk ve cansız bir havası vardı ki herhangi bir insanın burada beş dakikadan fazla durursa aklını kaçıracağı açıktı. Yine de görünürde kimse yoktu, keman solosu bitmemişti, oldukça büyük camlardan belliydi ki bir yağmur hakimdi dışarı. Alay edercesine güldü, kendisinin kaçması ihtimaline karşı böyle bir önlem alması hiç hoş değildi, özellikle henüz karşısına dahi çıkmamışken.
Yine de bu da şöyle bir gerçekti ki; içinde olduğu durumdan dolayı ölümüne sebep olacak bu yağmur durmadan dışarı çıkamayacaktı.
Kendisine karşı derin bir kini olan bu adamın vicdanına kalmış olması komikti.
Yavaşça merdivenlerden çıkmaya başladı, her adımında kemanın sesi biraz şiddetini artırıyordu, attığı her adımın tok sesleri kulaklarına dolarken cübbesinin altında gizlediği gümüş hançeri sıktı, orağını kullanamayacak olmanın bu kadar rahatsız edici bir his olabileceğini hiç düşünmemişti.
Bütün merdivenleri çıktığında karşısında kocaman bir kapı daha belirmişti, sol tarafında ise üçüncü kata ve belki sonsuzluğa kadar çıkabilecek merdivenler devam ediyordu, cübbesinin altından çıkardığı elini tereddütle kaldırdı, onun bu duvarların ilerisinde olduğuna emindi, yine de kendisini nasıl bir manzaranın karşılayacağı hakkında bir fikri yoktu. Yavaşça itti kapıyı, dokunmasını bekliyormuş gibi hızla aralanmıştı.
Gözlerinin önüne serilen manzara muazzamdı, içerisi loş ışıkla aydınlanıyordu, duvarlardan biri sırası ile beş devasa pencereye ev sahipliği ediyordu, uzakta, odanın karşı ucunda koskocaman bir taht belli ediyordu kendini, göz alıcı olduğu kadar korkutucuydu da, doğrusu bu olduğu yerde titremesine sebep olmuştu.
İçeri doğru birkaç adım attı, adamın silüeti artık daha net bir şekilde görünüyordu. Sol bacağını sağ bacağının üstüne atmıştı, arkasına yaslıydı bedeni, biraz sağa doğruydu, elinde gümüş bir kadeh vardı, usul usul sallıyorken gözleri üzerinde parıldayan mücevherlerdeydi. Simsiyah saçları gözlerine dökülüyordu, üzerindeki siyah kıyafetler ile fazlasıyla karizmatikti aynı zamanda.
"Lucas, gidebilirsin. Misafirimiz var, akşam yemeği için hazırlık yapsan iyi olacaktır." Kemanını usul usul çalmaya devam eden adama doğru seslendi, uzunca, oldukça kalıplı adam kemanı hemen bırakmış ve saygıyla eğilmiş, ardından da bir anda elinde beliren tepsi ile efendisine ilerleyip elindeki kadehi bırakması için fırsat tanımıştı. İstediğini aldığında yavaşça odada bulunan merdivenleri indi, başı yere eğik olup yüzünü saklayan adamı süzdü sadece birkaç saniyeliğine, sonrasında hızlı adımlarla dışarı çıkmış ve iki ezeli düşmanı bir odanın içinde bırakmıştı.
"O kadar uzun süre kalmayacağım." Dedi, yağmurun sesi kulaklarındaydı hâlâ, hatta biraz şiddetini artırmıştı. Bu karşısındakinin hoşuna gitmemişti belli ki, yüzündeki alaylı gülümseme soldu, oturduğu yerde dikleştirdi bedenini, sol bacağını yere indirmişti. Yavaşça görkemli tahtından kalktı, attığı her adımda tahtın tepesinden aşağı doğru inen koskoca perdelerin karanlığından kurtuluyor, dışarının loş ışığıyla zar zor aydınlanan odada silüeti belirginleşiyordu. En sonunda merdivenlerden aşağı indi usulca, şimdi yüzü, saçları, gözlerinin ışıktan yoksun bakışları, teninin cansız tondaki beyazlığı ortaya çıkıyordu. "Buna karar verecek olan kişi sen değilsin, melek."
"Öyleyse kim? Sen misin yoksa? Beni burada tutmak için bu kadar istekli olacağını düşünemezdim hiç. Misafirperverliğin yıllar içerisinde gelişmiş olmalı, belki de yalnızlıktan korkmaya başlamışsındır." Sesindeki alay belli oluyordu söylerken, konuşmayı bıraktıktan sonra bir süre odada hiçbir ses duyulmamıştı, adam elindeki hançeri biraz daha sıktı, onun karanlıktaki yüzünü görmek için uğraştığını biliyordu, başını biraz aşağı eğişinden de gayet belliydi bu. Adam bir süre konuşmadı, yağmurun sesi mutlak sessizliği bozan tek şeydi hâtta. "Asıl sen," dedi, bekledi, aldığı soğuk nefes ortamın havasını daha da germişti sanki. "Yalnızlıktan korkması gereken asıl kişi sensin. Buraya böylece elini kolunu sallayarak gelirken aynı şekilde çıkabilmeyi ummuyordun umarım. Her ne için geldiğini bilmiyorum ancak buna izin vermeyeceğim çünkü."
"Ne için buraya geldiğimi biliyorsun." Dedi, siyah eldivenli elleriyle cübbesinin göğsünde kalan düğmeleri çözdü, sonrasında yere atmış ve sakladığı her şeyin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Neredeyse dudaklarına kadar dökülen yandan ayrılmış saçları yüzünü gölgeliyordu, teni daha solgundu, başını kaldırdı ve yavaşça gözlerini araladı. Doğrudan Kral'ın gözlerine bakmış, bununla birlikte kanatlarını açmıştı. Kral'ın gözleri açıldı sonuna kadar, gördüğü şeyi az çok tahmin edebilse bile, şimdi bunu kendi gözleriyle görmüş olması inanılmazdı. Onun kanatlarında gezinen gözlerini yüzüne çevirdi, boğazının acıdığını hissetmişti sanki, onca yıl sonra şimdi bile onu görmek kolay değildi. Dudaklarını araladı yavaşça, konuşmak birkaç saniyeliğine imkansızdı.
"Sen... düşmüşsün."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belamour
Fanfiction"Ey ölümün güzel meleği; en değerlimin yüzünü görmeme izin ver son bir kez daha." [huangrenjun+liuyangyang] Dedicated to @aftersateez