"Söylediğin şeyin gerçekten farkında olduğunu sanmıyorum Renjun." Çıkmadan önce gelen bu ani sözle olduğu yerde kalakalmıştı birkaç saniye boyunca, sonrasında onu ciddiye almaması gerektiğini, muhtemelen çektiği acıdan kurtulmanın yollarını aradığını düşündü. Aklını kaçırmış olmalıydı, evet, yoksa böylesine bir isteği kendisine yönelteceği fikri aklının ucundan dahi geçmezdi. Lord zeki ve soğukkanlı bir adamdı, kolay kolay sinirlenmezdi, yüzyıllar boyu ölülere katlanmış olmanın bıraktığı devasa bir sabır vardı üzerinde ancak Huang Renjun bütün sabrını, sükunetini, soğukkanlılığını bir kenara bırakmasına sebep oluyordu. O an sakin hissetmiyordu, o zaman diliminde ne beyninin içinde dönüp duran fırtınalar, ne de şatonun dışını esir alanlar dinmiyordu. Bu lafının üzerine bir şey demeyip odadan çıktı, bedeninin titrediğini fark etti, istemsizce dişlerini sıktığını sonunda çenesini rahat bıraktığında damaklarının acımasından anlamıştı. Derin bir nefes aldı ve koridorlarda sessizce yürümeye devam etti, ortamı aydınlatan tek şey Lord yürüdükçe çakan şimşeklerdi.
Aldatıldığı, yalnız bırakıldığı, kendi kendisine zarar verdiği her bir zaman geçti gözlerinin önünden. Bir aptal yerine konulduğu her bir zaman için bir şimşek daha çaktı. Kemanın sesi doldu kulaklarına, Lucas ondaki kötü değişikleri fark ediyor ve rahatlaması umuduyla kemanını daha sık eline alıyordu ancak kemanın sesi bile öfkeden kuduran ruhunu huzura kavuşturmak için yeterli değildi. Üçüncü katın merdivenlerini indi, taht odasının kapıları hışımla açılıp kapandı, Lucas görüş açısına girdi ancak Lord'u umursamamış, parçaya kaldığı yerden devam etmişti.
"Yeter, Lucas, artık çalma." Bir sinirle söyledi bunu ancak sinirinin kime olduğunu bildiği söylenemezdi. Yüzyıllar öncesinin sevgilisine miydi bu öfkesi, yoksa Lucas'a karşı mıydı? Hiç şüphesiz Lucas onun hoşuna gitmeyecek tek bir davranışta bulunmaz, bir kelam etmezdi, yıllardır yanında olan en sadık yardımcıydı, şimdiye kadar siniri hak edecek tek bir davranışta bulunmamıştı. Peki ya Huang Renjun? Ona mıydı bu içini kavurup duran ateş, bu şiddetli öfke? Kendisine söylediği yalanlar yüzünden mi şimdi bu haldeydi? Bırakıp gidişi, kendini saklayışı, bunca zaman gerçeğin acısını tek başına sırtlanmaya çalışması olacak iş değildi. Yine de hayır, bu sinir ona karşı da değildi.
Ve Lord bunu anlayamayacaktı bir süre daha.
"Ruhlar acı içinde kıvranıyor, yağmurun durması gerekiyor artık, Lord. Aksi takdirde bu acıdan kurtulmak uğruna şeytanın vesveselerine kulak vermeleri işten bile olmaz." Lucas kemanını yerine bıraktıktan sonra dışarıdaki berbat havayı izlemeye devam etti. Lord'un sıkıntısını az çok anlıyor, ona bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyordu fakat mevcut durumda bu oldukça zordu çünkü Lord öyle karışıktı ki şatonun bütün ölü ruhlarını kontrol altında tutmakla her birini ezmenin arasında bir fark göremiyordu. Şimdiye dek içinde kaldığı bu karanlık ilk defa o melekte gördüğü karanlığın yanında hiçbir şeydi.
"Buna cesaret edemezler." Kendinden oldukça emindi, tahtında geriye yaslandı. Keyifli değildi, ikide birde ayağını yere vuruyor ve odayı ardı arkası kesilmeyen seslerle dolduruyordu, aklının başka yerlerde olduğu açıktı. "İnanın bana, edebilirler. Bu sebeple yağmurun şiddetini biraz hafifletmeniz şatodaki herkes için daha iyi olacaktır, şatomuzda savunmasız bir melek varken isyan çıkması iyi olmaz, Lord."
Şimdi ona hak veriyordu bu yüzden bir iç çekip elini kaldırdı, bu hareketiyle yağmurun şiddeti gözle görülebilir derecede azalmış, rüzgarlar kesilmişti. Lucas böylesinin daha iyi olduğunu söylemek istercesine gülümsedi. "Ölüm Meleği bir zamanlar anlattığınız birine çok benziyor, sahi. Onu ilk gördüğümde şaşkınlıktan birkaç saniye bakakaldım."
"Birine benzemiyor Lucas, birinin ta kendisi." Aldığı bu alelacele cevabı hiç beklemeyen Lucas şaşırmıştı yine de. Lord ise ayağını yere vurmaya devam ediyor, aklından her ne geçiyorsa irisleri bütün odanın içinde geziyordu. "Peki ya şimdi ne yapmayı planlıyorsunuz? Ölecek."
"Buraya benim kollarımda can vermek için geldi, böylece intikamımı almış olacağımı düşünüyor, Lucas. Yaşamaya niyeti, yok, daha erken yollardan ölmeye çabalıyor." Lord bundan çok hoşlanmış gibi durmuyordu elbet. Bunca yıldır hâlâ özlemiyle tutuştuğu biricik sevgilisini nihayet bulmuştu tekrar ancak ellerinden kayıp gitmesi an meselesiydi. Lord amansız bir acının içinde boğuluyordu sanki, her şey öyle can alıcıydı ki bunun altından nasıl kalkabileceği hususunda bir fikri dahi yoktu. "Bunca zaman sonra bunu söylediğinde benim onu affedebileceğime dair hiçbir inancı yoktu."
"Öyleyse ne yapacaksınız, Lord? Aşkınızın gözlerinizin önünde solup gitmesini mi izleyeceksiniz yoksa ona yeni bir hayat bahşedebileceğiniz konusunda kararlı mısınız? Vakit daralıyor, son seçimler can alıcıdır."
"Şayet ki ben bunu yapabilmek için bir yol bulsam bile o istemeyecektir."
"Sormadan, denemeden bilemezsiniz, böyle kolayca vazgeçmek size yaraşır bir durum değil. Her şeyin mükemmel olmasını istersiniz, öyle değil mi?"
"Başmelek Qian ile iletişime geçmeni istiyorum, Lucas."
Lucas sonunda Lord'dan bekledigi kararlılığı görmüştü, zafer kazanmış olmanın gururlu gülümsemesiyle odadan çıktı. Lord'un yüzyıllardır yanındaydı ve her şeyine şahitlik etmişti, bütün alışkanlıklarını, zevklerini, aşkını bile bilirdi ve Lord'un kolay kolay vazgeçecek kadar sabırsız biri olmadığına yıllar içinde yüzlerce kez sahip olmuştu. Bu yüzden bir mektup yazdı, yazdığı kağıt parçalara ayrılıp havada süzüldü, cennete gittiğine şüphe yoktu.
Sadece birkaç dakika içerisinde Başmelek Qian, Lord'un bulunduğu odada belirmişti, her zamanki kutsal ve göz alıcı görünüşü üzerindeydi, soğuk bakışları Lord'un üzerinde gezdi, durumdan memnun olmadığı açıktı ancak bir şey söylemedi Lord konuşana dek.
"Yüce şahsınızı burada görebilmek ne âlâ, Başmelek. Görüşme arzumu geri çevirmediğiniz için minnettarım." Yarım ağız bir alayla konuşuyordu yine de, ona saygı duyduğu ya da korktuğu falan yoktu. Başmelek diğer meleklere göre oldukça otoriter ve korkutucu olabilirdi ancak Lord onun himayesinde bir melek değildi, bu sebeptendir ki Başmelek Qian hiçbir zaman onun aleyhine olacak bir karar vermemişti.
"Huang Renjun konusunda diyecekleriniz olduğu kanaatindeyim, elinizi çabuk tutun, bütün gün sizi burada bekleyemeyecek kadar meşgulüm." Başmelek Qian hoşnutsuz bir şekilde konuşuyordu, bu Lord'un biraz daha genişçe gülümsemesine sebep olmuştu. "Yanılmıyorsunuz elbet. Zaten sizin yanıldığınız nerede görülmüş?" Alaya alındığını hissettiğinde kaşları iyice çatılmıştı ancak sadece birkaç saniyeliğine daha orada kalmayı tercih etti. Zaten Lord da uzun sürmeden asıl konuya giriş yapmıştı. "Onu kurtarmak istiyorum."
Başmelek ondan böylesi bir şeyi beklemediğinden olsa gerek, bir anlığına şaşkınlığını gizleyememişti. "Anlaşma yapalım, cennet onu gözden çıkarır ve yanımda kalmasına müsaade ederse söylediğiniz herhangi bir şeyi kabul edeceğim."
Nitekim Başmelek Qian buna çok sıcak bakıyor gibi değildi. Yine de yelpazesini kapattı, gözlerini Lord'un üzerinde gezdirdi ve sadece bir kereliğine başını salladı, sonrasında ağzından çıkan her bir kelime daha da şok ediciydi. "Kanatlarını keserseniz yaşama ihtimali olacak, ancak içinde bulunduğu durumdan daha büyük bir acı verecektir, dayanamaması ihtimali gözden uzak değil."
Lord onun bu sözleriyle odadan çıkarken ona kanatlarını kesmesini söylediğini hatırladı. O an bunu sadece bir çeşit intihar olarak görmüştü fakat onun da yaşama isteği olduğuna şüphe yoktu, içini ani bir huzur kapladı ancak ciddi duruşundan ödün vermedi. "Karşılığında ne isteyeceksiniz?"
"Buna sonra karar vereceğim Lord." Sonra kanatlarını açtı ve bir anda kayboldu. Lord ise bu kısa süreli konuşmanın üzerine gülümsemişti elinde olmadan.
Neredeyse dinen yağmura baktı.
Keyifliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belamour
Hayran Kurgu"Ey ölümün güzel meleği; en değerlimin yüzünü görmeme izin ver son bir kez daha." [huangrenjun+liuyangyang] Dedicated to @aftersateez