Öyledir efendim, bir kraliçe de vardı oralarda elbet. Ve bu kraliçeyi uğursuz biri olarak görür bu kıymetsiz lafazan. Dikkat ediniz ve dikkatli dinleyiniz veya okuyunuz, artık her nasıl ise bu destansı aşka ulaşma yolunuz.
Kraliçe, kızının bu inatçılığına çok kızdı. Nasıl olurdu da buna katlanırdı çok sevgili narin kızı, parmağına bir gülün dikeni batsa koşarak gelip dizlerinde ağlayan kızı? Bağırdı, çağırdı. Mermer şatosunun kapıları alevlerle çevrelendi. İçeridekiler korktu, büzüldüler. Birbirlerine sokulup ağlaştılar. Ancak Ulu Gök asla affetmezdi Doğa Ana'nın kudretini fütursuzca kabul etmeyişini, bunu neden tanımıyordu Güney'in Kraliçesi?
Nasıl bir cür'et günahı kızını bu hale getirmişti? Kadere razı gelmeyerek kendilerinin ne olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlardı? Tanrıyım ben mi diyorlardı büyük Tanrıçaya? Mihrtogdı gelse eteğini öperdi onun, bu ne biçim bir düşünceydi?
Dimağına dolmuş tuzlu sular mı yıkayıp götürmüştü sarf ettiği lanetleri? Aklına gelmez miydi kendi ateşinin kudretinin Ulu Gök'ün oğlunu yakmaya yetmeyeceği?
Onları mermer balkonundan kıpkırmızı halde izlerken arkasında kaderinin biricik sevgilisi belirdi. Kral, eşinin omuzlarına zarifçe dokundu. Onun alev gözlerine kendi akuamarin gözleriyle baktı. "Duibhin, ölmemelidir," dedi bağrında deniz dalgalanırken, "Çünkü Yok Oluş Tanrısı yok olursa, hayat biter." İçi yanıyordu, karısı bir an önce rahata erse de etraf biraz soğusa diye bakıyordu.
"Çünkü hayat sadece yok oluştan ve var oluştan ibarettir." diye tamamladı onun sözünü Kraliçe, alevden tacının ucundaki, taçla yekpare olmuş yakutlar şıngırdadı. "Fakat biliyorsun," diye devam etti. "Doğurganlık ve Var Oluş Tanrıçası Dusana ile Ölüm ve Yok Oluş Tanrısı Duibhin asla birlikte olmamalı. Bu Kehanet'te yazılı."
"Kehanet'te olacakları da yazıyor sevgilim." dedi Güney'in Kralı.
"Yosiyp tu gusenla, yosinla imfelinn cam yimazn." dedi Kraliçe.
"Siyah ve beyaz gri olduğunda, gül solar." dedi Kral. Gözlerini kısıp kaşlarını çattı. Aklına gelen başına gelmişti. Karısını rahata erdirmek boşunaydı, o haklıydı çünkü. "Asla birlikte olmamalılar." dedi derinden, soğuk denizlerin dibinde esen rüzgarlar kadar keskin ve acı verici bir sesle.
Günler geçti. Dusana bir Tanrıça idi fakat Var Oluş Tanrıçası aşık olduğunda, güçlerinin bir kısmını kaybeder. Çünkü aşık olmak artık lanetli idi. Ve bu kaybettiği güçlere, güçlerini nasıl kullanılacağını bilme gücü de eklenmişti bu sefer. Ne şanssızlıktır ki bu kadim Tanrıçayı doğuran annesi zalimin tekidir.
Dusana güçlerini nasıl kontrol edeceğini bilemez halde, günlerce Duibhin'i hayatta tutmaya çalıştı. Yardım aldığı bitkilerin söyledikleri, önerdikleri çarelerden tutun da, yağmur sularının buharlarından yaptığı karışımlara kadar hiçbir şey fayda vermedi. Dusana'nın Duibhin'in aşkıyla zehirlediği birinci gecenin Aureliani'yi esir almakta olduğu bir noktada, Dusana gözyaşlarının filizlendirdiği, yerlerdeki sarı papatyalara basa basa yürüdü, altı adımdan sonra dayanamadı ve yere çöktü.
"Doğa Ana ve Ulu Gök, ah, yalvarmaktayım size!
Esir oldum Tanrının aşkıyla
Aşkına mükabil zehir oldum ona!
Ciğerlerim masumiyetini kaybetmekte,
Kalbimde zuhur eden dikenli gül ağaçları ruhumu acıtmakta!
Vak't-i zamanında beni acımasızca lanetleyen anamın,
Benden habersiz atamın ruhu acımaz iken benim masum ruhum neden acır?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Urganı
Short StoryRiyakarlar oradaydı. yalancılar da ve hırsızlar, kalp çalanlar ve yenilenler... Kalbi kırılanlar da oradaydı, kandırılanlar ve kaybedenler, kalbini bulamayanlar ve kazananlar... Büyük bir kalabalık... Büyük bir hüzün, kalp acısı ve pişmanlık. Mahşer...