Yazıyor musun?
Evet.
İyi öyleyse.
Şimdi biraz geriye gitmek gerekir. Gwyneth, Dusana'yı yanına alalı daha yüz yıl oluyordu. Daha sütü kesilmemiş, Dusana'nın bacakları kendisini taşımaya başlamamıştı. İşte bu sıralarda, ilk olan Güneyin Kralı Suyun Tanrısı ve Güneyin Kraliçesi Ateşin Tanrıçasından, Halina ve Sereia adlı iki kız çocuğu daha doğdu. Halina taptaze pişmiş bir fincan Türk kahvesi gibiydi; mis kokulu, tadı hafif acımtırak fakat damakta kalırdı, içi hüzün dolu fakat onu elinize alıp rahatlıkla mutluluğa çevirebilirdiniz. Sereia ise daha çok sıcak bir günde sunulan soğuk bir içecek gibiydi. Bir limon şerbeti. Serinletir, hafifletir fakat ağırdır. Her mide için iyi değildir.
Kraliçe, onları koynuna verdikleri için Doğa Ana ve Ulu Gök'e şükranlarını sundu, bunu Dusana doğduğunda yapmadığı için özür dilemeye ise borçlu kaldı.
"Ah," dedi Kraliçe, Doğa Ana ve Ulu Gök'e.
"Ne yüce bir gururdur ki Sadakat Tanrıçası Halina'nın anası olmak,
Ne kadim kaderdir ki Hüzün Tanrıçası Sereia'yı doğuran sıfatına yaraşmak.
Oysa ki Kraliçe bilir miydi,
Arif olmadan önce kaderin bu yolu onun alnına yazacağını?
Bir ıstırap denizinde kaybolacağını,
Aşk kokan topraklara hasret kalacağını?
Kendini oluşturan ateşin kendi aleyhine hareket edip onu boğmasını dileyeceğini,
Bilir miydi?
Doğa Ana'm, Ulu Gök....
Bana kızlarımı bahşedip dosdoğru davranmamı sağladınız.
Kadim Kader'in yazıldığı günler geride kalmıştır.
O mürekkebi silmeye kalkışmaya çalışsam yüce ellerim kırılır.
Ben bu safhadan sonra Kral'a kocam diyeceğim,
Alevden kalbimde onun ıslak kalbini koruyacağım.
Günahkar kaderimin şimdiki sahifesinde bunlar yazılıdır."
Çaresizlikle cılızlaşmış, damarlarında gezinen kıvılcımları yanıp sönmekteydi. Gergin, beyaz cildi ilk defa bu kadar dışarıya beliğ idi. Kıpkırmızı gözlerini sıkıca yumup gözlerinin kapaklarının üzerindeki ince sinirlerde gezinen kıvılcımların oynaşmalarına izin verdi; iki Dünya saniyesi bekleyip kızıl gözlerini karanlık göğe dikti, ellerini yeşil çimlere bastırıp dizleri üzerinde mermer taşlarda durarak. Gözlerinden iki kıvılcım düştü yere. Ellerinin dibindeki taze çimenler anında karardı, soldu. Her zaman toplu olan koyu kızıl saçları şimdi dağınıktı.
Bu iki kızdan henüz Dusana'nın haberi yoktur. Halina, Sadakat'in timsali idi, tam bir ece, safderun halli bir kızcağızdı. Süt kahverengi teni, aynı renk gözleri ve yine aynı renk kıvırcık saçları vardı. Sereia ise daha çok küçüktü, sarı kıvırcık saçları sanki ikiz kız kardeşiyle aynı anadan doğmamış bir haldeydi. Ciğerlerinden kor yağmurları gibi hüzün taşan hali, anası ve atasını üzerine titretirdi.
Daha sonra taze kırlarda koşarken bir yetim buldu Sereia. Ağlamakta, elindeki sarı renkli taşı sıkmaktaydı. Küçücük bir çocuktu bulduğu, sadece iki yüz yaşında. Munis bir çocuktu, Kraliçe günahlarından arınmak gayesi ile hemen kabul etti onu. Doğa Ana'nın kendisine yaptığı kötülüğü hak etmediğini göstermek için.
Sarı çocuk, adını Chryos diye telaffuz etti. Gözleri altın rengiydi, saçları da öyle. Güneş kadar parlaktı bakışları, bu yüzden Yeryüzü Irkları Chryos'tan bahsederken Kör Edici Tanrı diye bahsederler. En büyük ironi ise gerçekte Chryos'un gözlerinin başına gelenlerdir ancak bunun dile getirme zamanı yirmi bin yüz yıl sonrasıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Urganı
NouvellesRiyakarlar oradaydı. yalancılar da ve hırsızlar, kalp çalanlar ve yenilenler... Kalbi kırılanlar da oradaydı, kandırılanlar ve kaybedenler, kalbini bulamayanlar ve kazananlar... Büyük bir kalabalık... Büyük bir hüzün, kalp acısı ve pişmanlık. Mahşer...