Yağmurlarla yıkadı Yeryüzü'nü Ulu Gök, Aciz Irk'ları karla saflaştırdı. Sahip olduğu bütün güneşlerle ısıttı onları ve onlara depremler de verdi elbet, tufanlar ve kasırgalar da, pislettikleri yerleri temizlemek için. Giyebilecekleri ve yiyebilecekleri ırklar da verdi onlara; Aciz Irk bilmezdi ki giydiği Irk'lar ve yediği Irk'lar ondan daha güçlü idi... Sonra Irklar oluştu, evvelde bu kadar bol ırk yoktu Yeryüzü'nde. Aciz Irklar dönüştü, ilkellikten çıktı, modernleşti, karışıma uğradı, melezleşti. Böylece oluştu tüm ırklar. Karıştılar birbirlerine, o onu sevdi, bu ona gitmedi, şu denizleri aştı, şuradaki bir ada keşfetti. Ailesiyle kaçtı yepyeni topraklara. Dünya'ya sığmaz oldular. Fakat bu, başka bir hikayenin konusudur.
Ulu Gök kadar garipsenecek ve aynı anda şefkat gösterilecek bir varlık daha bulamazsınız, yoktur. Ulu Gök, evrenin "babası"dır. Ah, bahar vakti gelip giden rüzgarlara karışıp havaya dağılan çiçeklerin hüznü vardır üzerinde. Aldatılır ve görülmez, güç alınır fakat duyumsanmaz, kalbi kırılır lakin umursanmaz. Güneşin değerini bilmeyip gölgelerde saklanan eşeğin kış gelip de bir heves güneşe çıkışındaki o kalp kırıklığı ve hayalinin yere çalınması vardır onda. Değer verilir fakat gücendirilir, ağlatılır fakat özre boyun eğme kudreti gösterilmez.
Muallaktadır Ulu Gök, İnsanlar Tanrı'larına şükreder, ona dua eder, ibadethanelerine gidip onlara tapınır. Tılsımlılar en araştıranlardır, yaradılıştan bilgi sahibi, alimlerdir onlar. Ancak yine de onlar da diğer ırklar gibidir. Bencil, kibirli.... Ulu Gök hüzünlense dahi çok zeki tılsımlılar neyin onlara bunları bahşettiğiyle ilgili kafa karışıklığı yaşar. Gidip Bereket Tanrıçası Damara'ya şükürlerini sunar. Ulu Gök mutlu olur, Irk'larıyla muhabbet içinde olmak ister, onlara özel günlerden bahseder. Ancak çok sevgili, yumuşak kalpli yılanlar Siranlar, bunları duymaz bile. Ulu Gök bazen düşünür, "suyun altında oldukları için mi beni duymazlar?" yo, hayır. Siranlar mutluluklarını değerlendirmeye o kadar kafayı takmıştır ki, yarın gelip de ona vereceği dertlerin hiç mi hiç farkına varmaz onlar. Irklar o özel günlerde gidip Şans Tanrıçası Meira'ya şükürlerini sunar, heykellerinin boyunlarına çiçeklerden yapılma kolyeler asar. Ulu Gök mutludur yine de, insanların gönüllerini hoş etmeyi sever.
Ondan alçak gönüllüsünü bulabilirsiniz de. Doğa Ana. Dünyanın "anası"dır o. Aynı Ulu Gök gibi, o da bunun gibi şeyler yaşayagelmiştir. Özenle büyüttüğü çiçekleri, otları yolanları gördükçe kalbi acır. Orman Perileri artık tek tük Irka görünür olmuştur. Orman Perileri, Doğa Ana'nın güzel kızları ve yakışıklı oğlanları, bitkilere zarar verenle ilişkisi olmayan ırklardır. Çok eskiden karmaşık, melez ırklar ortaya çıkmadan önce onların çocukları da diğer sıbyanlarla dağda bayırda koşup oynardı. Ancak gün gelip de bir peri oğlanın bir insan kızla evlenince taşlaştığı haberi etrafa yayılınca, safkan kalmak için çoğu ırka görünmez oldular.
Şimdi anlatılacak olan bu uzunca hikayede, ne Ulu Gök'ten, ne Doğa Ana'dan ne de onun sıkıntılarından bahsedilir. Sadece Doğurganlık Tanrıçası Dusana ve Ölüm Tanrısı Duibhin'in karanlık ve lanetli aşkından bir nebze de olsa kem küm edilmeye çalışılır. Aslında baş kahraman ne Dusana'dır, ne de Duibhin bu hikayede. Asıl karanlık aşk, onlarınki olmazdı. Eğer....
Kadim Çağlar'ın ve Kuruluş Günleri'nin de evvelinde, Ulu Gök yeni geriniyor ve ortalığı süzüyorken, bir bebek anasının rahminden koptu, geldi. Anası kayaların arasında doğurmuştu onu. Yüzü gözü kan içindeydi fakat parlıyordu. Bembeyaz bir ışık temizledi onu. Açtı gözlerini. Koca kirpikleri gözlerinin çevresinde salınırken gök gözleriyle Ulu Gök'e baktı. Rüzgarlar coştu, denizler çağıldadı. Linia'lar yıkandı. Bir kızdı bu, Ulu Gök'e ellerini kaldırıp gülümsedi bebek. Ulu Gök, ona "Dusana" dedi. Bebek kahkaha savurdu hiç ses duymamış kayaçlara.
Annesi Güney'in Kraliçesi, onu doğurduğu ilk vakit, ona şöyle bir bakıp ağlamıştı. Kadim Kader'ine boyun eğmeyi reddetmiş;
"Doğa Ana'mın bana yazdığı kadere lanet olsun,
Flamma'nın kudreti üzerine yağsın, yaksın, yıksın!
Dünya'yı, ona acı ve ıstırap vererek usul usul yok etsin!
Gözü gibi sakındığı Irklarında huzur kalmasın!
Benim aşk kokan toprağıma beni kavuşturmadı,
Bütün Yeryüzü Irklarının ruh eşleri birbirlerinin zihinlerinden silinsin!" diye lanet etmişti. Öyledir ki ruh eşlerini şimdilerde hiçbir canlı ruh bilmez.
Dört Kadim Tanrı ve Tanrıçalardan biri olan Ateşin Tanrıçasının ağlaması yasaktır. Çünkü kalbinde zerre sevgi yoktur. Pişmanlık ve hüznün getirdiği sevgi, sevgi değildir. Aureliani'ye verdiği yıkımdan ve isyancı davranışlarından, ithamlarından dolayı Doğa Ana onu affetmedi ve Dusana'yı onun elinden aldı. Doğa Ana'nın kalbi, atan, atmış ve atacak bütün kalplerden daha fedakardır. Affedicidir. Onun kalbi önemlidir. Hatta Kadim Yıllar'dan sonra İlk Çağ'da, onun kalbiyle ilgili tozlu sayfalarıyla kitaplıkları kaplayacak olan tarih kitaplarını kalınlaştıracak çok önemli bir olay dahi vardır. Ancak bu başka bir hikayenin konusudur.
Bu bebeğe çok sonra törenler düzenlendi. Bu bebek için ilahiler söylendi. Genç kızlar ellerinde işledikleri ipek mendilleri bu bebeğin heykeline astılar, yalvar yakar hayırlı birer evlatları olsun diye ona dualar ettiler. Bebek temizdi, pür-i paktı. Ona bakanın bir daha bakası, gözlerini hiç kapamadan, içi yana yana onu izleyesi gelirdi. Onu düşünen herkes bir bardak suya muhtaç kalırdı. Alevlerden kazanlara atmak isterlerdi kendilerini, kanlarını akıtıp bir şarap kadehinde ona sunmak.... Gözlerini çıkartıp ona sunmak isterlerdi çünkü artık dünya gözüyle görecek bir şeyleri kalmamış olurdu.
Bu bebek daha sonra Tanrılar ve Tanrıçalar Diyarı'na, Dünya Irkları Ortak Dili'nde Aureliani dedikleri o yere alındı. Anasının koynu soğuktu, süt gelmedi kızı için bir damla. Doğa Ana'nın güzel kızlarından biri, Gwyneth, Dünya'dan getirildi ona süt annelik etmek için. Ona geçici olarak sonsuz ömür bahşedildi. Sıcacık koynunda uyuttu onu, okşadı. Besledi, öptü, kokladı. Koşuşturmasını izledi. Ağladığında gözlerinden akan papatyaları toplayıp bir kavanoza doldurdu. Çünkü eğer onun gözyaşları toprağa karışırsa ne olacağını biliyordu. Saçlarını tarardı, annesinin tam zıttı, yoğurt kaymağı gibi sarı saçlarını okşarken içi erirdi. Anası ise bir gün bile aramadı onu, ta ki büyüyüp serpilinceye ve işe yarar hale gelinceye, yani yirmi bin yaşına kadar. Gwyneth'in unutulması gerekiyordu, sadık Gwyneth ise sade sarı teninin allaşmasıyla, kahverengi çekik gözlerinin buğulanmasıyla kaldı ve ülkesine geri döndü. Ancak hala da kızı çıksa gelse, ona "Annem!" diye sarılsa diye bekler.
Dusana, büyüten anası Gwyneth'ten alınıp yeni yerine geldi mi burayı, Aureliani'yi çok beğendi. Sanki daha önce koşturmamış gibi yeşil kırlarda, bayırlarda koşturdu. Sanki üzerine uzanıp ağlamamış gibi mutluluğundan beyaz mermerli küvetlere yaslanıp ağladı. Giymemiş gibi giydi ipek elbiseleri. Etmemiş gibi dans etti annesinin şatosunun koridorlarında. Doğrudur ya, burada değil ki, Gwyneth'in söğüdünde yapmıştı vals. Aureliani, Doğurganlık ve Var Oluş Tanrıçası Dusana'nın güzelliğine daha bir güzellik kattı. Gördükçe onun mutluluğunu, daha çok huzur bahşediyordu ona. Ancak kadere kimse dur diyemez.
Şırıl şırıl ırmakları, coşkun denizleri, zümrütten üzümleri, yakuttan narlarıyla bakmaya, bulunmaya doyamıyordu buraya Dusana. Burası Tanrıların, Tanrıçaların kadim bölgesiydi. Hiçbir Dünya Irkı burada nefes alamazdı. Tabii bir kadim ruh bu gücü ona bahşederse, o başka. Yediği önünde, yemediği de önündeydi. Şarkılar söylerdi, duyanlar bir daha bırakamaz dinlemeyi, çiçekler eşlik ederdi ona. Ceylanlar çıkardı çalılardan, onun ardından yürürlerdi. Yunuslar şarkılarıyla dans ederlerdi suyun içinde.
Yıllar, yüzyıllar böylece geçti. Bu sırada da başka birçok olay yaşandı. Eğer değerli gözlere ve kutsal kulaklara bir nebze olsun heyecan ve zevk katacak, değerli Irkların beğenisi bu yöne çekilecekse, bu Alem'in en güzel üçüncü Tanrıçasının aşkının yeşermesini beklerken biraz da bu sırada olan olaylara bakmanın ziyanı yoktur. Ancak bilinmelidir ki Yeryüzü'nde tek zihinlere bu olayları didik didik etmeye de lüzum bulunmamıştır.
Sonra? Sonra?
Sonrası ertesi akşama.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Urganı
Short StoryRiyakarlar oradaydı. yalancılar da ve hırsızlar, kalp çalanlar ve yenilenler... Kalbi kırılanlar da oradaydı, kandırılanlar ve kaybedenler, kalbini bulamayanlar ve kazananlar... Büyük bir kalabalık... Büyük bir hüzün, kalp acısı ve pişmanlık. Mahşer...