8*

56 9 23
                                    

Aynı gün sabah saatleri (Louis)

"Ahh sikt... Hmmm!!"

Derin bi nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Bu çarpışlar artık biraz sert olmaya başlamıştı.

"Lewis, iyi misin?" diyen sesle başımı kaldırıp bana seslenen Nasa'ya baktım. "Bu sabahtan beri kaçıncı şu kapılara çarpışın? Hani yani kapılar küçük ya da dar olsa hadi neyse de iki metrelik kapı nasıl beceriyorsun?"

"Öff ne biliyim? Kafam dalgın biraz." Uzattığı elini tutup beni yukarı çekmesine izin verdim. Sonra da mutfağa gidip Clifford'a mamasını verdim. Sabahtan beri dibindeydi, belli ki aç kalmıştı çünkü mamayı koymaya çalışırken kafasını kabın önüne koyup döktüğüm mamaları yemeye çalışıyordu.

Geri koltuklara oturduğumda istemsizce gözlerimi kapatıp kafamı geriye atmıştım. Gerçekten dinlenmeye ihtiyacım vardı. Yanımda bir ağırlık hissettiğimde gözümü açmaya tenezzül bile etmeden "He?" dedim.

"Kafan yine neye takıldı bu kadar? Rüyalarına ya da onların söylediği şeylere mi?"

"Yani şimdi bakarsan ikisi de aynı kapıya çıkıyor diyebiliriz, öyle değil mi?" Yandan sırıtıyordum ama aslında baya uyuz olmuştum. "Yani çok eminim o her şeyi bile üç kardeş rüyalarıma girmeleri için diğerlerini ayartmıştır. Sadece yine nasıl bir şey teklif ettiler de onlar ikna oldu onu merak ediyorum."

"Heeyy! Sen de biraz onları dinlemen gerektiğini biliyorsun. Hatta biraz bile değil, baya dinlemen gerekiyor. Karşı çıkanların ne hale geldiklerini biliyorsun ve senin o hale gelmene izin veremem." Aynı zamanda da dizimi sıkmıştı, destek amaçlı.

"Biliyorum ama... Sadece şu an ona layık değilim. Yanında olmalıyım belki ama orayı hak etmiyorum. Belki saçma geliyor sana ama şu an yanına gidersem ve olaylar çok karışırsa. Ya beni olduğum gibi kabul etmezse. Şimdi ben bu kadar şeyle uğraşırken onu nasıl bu bataklığa sokayım."

Nasa da derin bir nefes verdi. "Çok inatçısın biliyorsun değil mi? Tamam babanla olaylar karışık olabilir, üzerinde inanılmaz bir yük var olabilir, kafan karışık olabilir ama bu layık olmadığın anlamına gelmez. Herkes sevgiye layıktır, bunu sen de biliyorsun." Biraz durup düşündü. "Hem madem o kadar yanında olamayacağını düşünüyorsun neden o resimleri çizdin?"

Biliyor olamazdı değil mi? Yok bilemezdi. İmkanı yoktu... Değil mi?

Biraz gergin bir şekilde güldüm. "Ne resmi?" Aptala yatmak her zaman kurtarırdı ama sanırım Nasa pek yememişti. Bakışlarından belliydi. Gözlerini kısmış kollarını bağlamıştı.

"Hançer ve gül desem bir ışık yanar mı kafanda?" Bilmiş bilmiş bakmaya başlamıştı. Ofladım çünkü kaçış yerim yoktu.

"Sen onu nerden biliyorsun ki?" diye söylemeden de edememiştim. O yollardan bile geçmezdi ki o.

"Annemden." diyip omuz silkmişti. Gece yarısı çıkıp yapmamam gerektiğini biliyordum.

"Neyse ne." diye geçiştirmeye çalışsam da kendisi benden daha da inatçıydı.

"Hayır, bu iş o kadar kolay bitmeyecek. Neden seni bulmasını istemiyorsan onu sana söylendirecek şeyler yapıyorsun?"

"ONU TANIMIYORUM BİLE! Onu rüyalarımdan başka hiçbir yerde görmedim. Gerçek olduğundan bile emin değilim. Nerde yaşıyor, kiminle beraber şu an? HİÇBİR SİK BİLMİYORUM VE SEN GELMİŞ BANA ONU NEDEN BULMADIĞIMI SORUYORSUN. SENCE BEN UÇMAK İSTEMİYOR MUYUM?"

Bağırışımla irkilse de kafası karışmışa benziyordu. "Uçmak derken?"

"Rüyamda bir şarkı söylüyordum banyoda. Sonra yanıma o geldi, ona söylemeye başladım. Şarkı çok duygusaldı ama sözlerini söylemeyeceğim. Sadece... sadece duygusaldı işte. Sonra bana uçabiliyor musun diye sordu. Ben de şeyy 'Hiç denemedim' diye dalgaya vurdum. 'Denedim ama yapamadım' demek ağırıma geldi." Sesim azcık titremişti ama umursamadım. Artık yılmıştım ben de.

It's a Dream, isn't it? •stylinsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin