"Tarihi asla bilinmeyen bir zamanda, ayın üzerinde yaşamını süren bir prenses vardı. Bir bedene sahip değildi. teni ışıktan var edilmişti. Ay, ışığını onun teninden alıyordu. Aslında ay, ışığını güneşten değil, prensesten alıyordu. Bedeni olmayan bir kadın düşünmesi zor ama ışığının ne kadar gür olduğunu hayal edebiliyorum. Ay ışığı prensesi dünyayı izleyip iç çekiyordu, dünyanın sahte güzelliğine kapılmıştı ama memleketi bildiği, toprağı olarak kabul ettiği ayı da terk etmiyordu. Dünyaya baktığında... en çok denizi sevmişti." diye fısıldadı.
"Denizin enginliği, derinliği, gizemi, yıkılmaz görüntüsüne tutulmuştu ve ne zaman ışığını denizin üstüne düşürse, denize dokunuyormuş gibi hissedip öleceğini düşünürdü."Gözlerimi denize çevirdim, denizin yüzeyinde ayın o yoğun ışığına baktım. Birbirlerine dokunuyorlardı.
"Bir gün bir adamı, o çok sevdiği denizin kıyısında gördü. Simsiyah kıyafetler giymiş bir adamdı, karanlıktı. Ay ışığı prensesi gözlerini denizden çekip, adamı izlemeye başladı. Sanki bu adam denizin ta kendisiydi. Adam her akşam aynı kıyıya gelmeye başladı. Sanki denizin bekçiliğini yapıyordu. Tıpkı ay ışığı prensesi gibi."
Bakışlarımı kaldırıp denize ışığını bırakan dolunayı seyrettim. Aramızda kısa bir sessizlik oldu ve tekrar sessizliğimizi o böldü. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Yavaşca yutkunduğunda âdemelması hareket etti . Dikkatimi tekrar dolunaya verdim. Yavaşca boynuna sokulup kafamla ayı işaret ettim.
"Orada mı?" diye sordum ilgiyle.
"Oradaydı." diye fısıldadı.
Kafamı boynundan ayırıp gözlerininin içine baktım. Bana bakmadan anlatmaya devam etti.
"Adam kasvetli ama yıkılmaz, güçlü duruşu ay ışığı prensesini gün geçtikte kör etti ve bir gün prenses dünyaya indi. Adamla birbirlerine âşık oldular."
Dişlerini sıktığını yanaklarının içe çöküşünden anladım.
" Bedeni olmayan bir ışığa aşık oldu. Sanki o ışığa ihtiyacı vardı. Ay ışığı prensesi, ay gardiyanları tarafından dünyaya inme yasağı aldı. Aya hapsedildi. Sevdiği adama ışığıyla bağırdı, ama sesini duyuramadı. O sadece bir ışıktı. Fazlası değil..."
"Adam biliyor muydu, prensesin mahkum edildiğini?"
"Hayır, ay ışığı prensesi gün geçtikce ışığını kendi kendine söndürdü, kasıtlı yaptı bunu."
Yerde bulduğum küçük taşları denizin üzerinde sektirdim, küçük dalgalar çıkararak denizin derinliğine gömüldüler.
"Adam her gün kıyıya gelmeye devam etmiş, ışığını beklemiş. Orada olmadığını fark ettiğinde de onu terk ettiğini düşünmüş. Adımlarını denize düşürmüş. Kafasını kaldırıp ayın ışığına bakmış, ama sönmüş. Denizin üzerine artık yansıtmıyormuş ay ışığını. Prenses kendini söndürmüş, intihar etmişti."
Ellerimi kıyıya vuran sert dalgalara dokundurdum. Uzun tırnaklarımı kumlara bastırdım.
"Adam bırakmış kendini denizin ortasına, yummuş gözlerini ve orada son nefesini verirken ay ışığı prensesi son ışığını da adamın cansız bedeninin üstüne yansıtmış."
"İkisi de birbirlerine ne olduğunu asla bilmediler..." dedim ay yüzlerimizi aydınlatırken.
"Bilmediler..." diye fısıldadı.
11.4.2008
Siyah.
Siyahtı.
O kadar siyahtı ki, yakınına gelip, onun hayatının içinde nefes alanın, oksijen yerine katran soluyacağını biliyordu. Belki de sırf bu yüzden sonuna dek kapattığı karanlık kapının ardından, insanların onu görebildiği kadar tanımasına izin veriyordu. Fazlası yasaktı. Onunla ilgili her şey bir sır olarak kalmalı, onunla birlikte zamanı geldiğinde toprağın altına gömülmeliydi.
Teninde ise ak korlar vardı.
Beyza ateş.
6 yaşındaki küçük kız, yatağında, elinde ateşböcekleri olan kavanoza bakıyordu. Tek doğal ışık kaynaklarıydı ona göre. Her yaş gününde bir tane ateş böceği yakalıyordu. Elindeki kavanozu salladı ve ateşböcekleri kanatlarını çırparak etrafı ışıklarıyla süslediler.
Yağmurun altında bir karton kutunun içine bırakılmış; ıslak, terk edilmiş siyah bir kedi yavrusu gibi hissediyordu. Ama yavru kedi ona oranla daha şanslıydı. Sevimliliği ona yeterdi. Bir kişi tarafından sahiplenme olasılığı da vardı.
Ama küçük kız...
O kimsesizdi.
O sahipsizdi.
Ne annesi, ne de babasından hiçbir zaman şefkat görmemiş, saçları okşanmamış, dokunsa bile babasının elinde saç telleri kalmış bir kız çocuğuydu.
Karanlık odasının içindeki yatağında küçülebileceği kadar küçüldü. Daha ne kadar küçülecekti? O küçücük bedeni daha ne kadar acıyacaktı? Görünmez olmak istiyordu. Yaşanmışlıkları, geçmişini, bir kenara bırakmak ve buralardan uzaklaşıp gitmek istiyordu.
Yattığı yatağından doğruldu ve ateşböceklerine baktı. Kavanozu kavradı ve onları izledi. Dipsiz karanlığında yaşayan o küçük kız da böyle parlayarak özgür olabilir miydi bir gün? Penceresine doğru yürüdü, camını araladı ve kavanozun kapağını usulca açtı. Ateşböcekleri yavaşca ışık saçan kanatlarını araladı ve yağmurlu havaya karıştılar. Küçük kız gülümsedi.
Özgürdü artık ateşböcekleri.
Gözü saate kaydı. Gece yarısı olmuştu.11 Nisan. Küçük kızın 7. yaş günü...
Uzaklaşıp gözden kaybolan, ve artık sadece parıltıdan ibaret olan ateşböceklerine baktı.
Fısıldadı:
"İyi ki doğdun Alaska..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HIM & I
Novela JuvenilAteşböcekleri artık özgür. Fısıldadı: "İyi ki doğdun Alaska..."