Hava gerçekten çok çok sıcaktı. O kadar çok terlemiştim ki sıvı kaybı yüzünden ölmekten kormaya başlamıştım. Hatta telefonumdan internete girip Google amcaya "Terlemekten ölünür mü?" diye sormuştum. Elime 1.5 litrelik su şişesini aldım ve kafama dikip yarısını içtim. Yaklaşık üç gündür bu adadaydım ve su içtiğim için canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Otelin açık büfesi bile bana cazip gelmiyordu.
Camları kapatıp klimayı en soğuk dereceye aldım. Tam karşısına geçip oturdum. Camlar açık oldukça dışarıdan gelen hava içeriyi ısıtıyordu.
"Yetişin dostlar yangın yanıyor. Komşular, Emine Teyze, Halil Amca, bakkalın oğlu sümüklü Mustafa yetişin!"
Daha sonra onların Türkiye'de kaldığını fark ettim. Sanırım sıcaktan beynim sulanmıştı. Eve gitme isteğim her saniye artıyordu ama eve gidip ne yapacaktım ki?
Zor aldığım nefesleri israf etmeyi bırakıp televizyonu açtım. İyi de hiçbir şey anlamıyordum ki. Neyse size buraya nasıl geldiğimi anlatayım.
Her şey beş gün önce başladı. Büyük bir maratonun ardından üniversite sınavının stresini üzerimden atmam gerekiyordu. Maddi durumumuz bin şükür iyiydi. Babam tatil olarak nereye istersem gidebileceğimi söylediğinde Survivor'a özenip bir adaya gitmek istediğimi söylemiştim.
Annem ve babam bana 'What dedin qlw?' Bakışlarından yollasalar da ısrarlarıma dayanamadılar. İyi ki abimin son gün haberi olmuştu. Yoksa beni asla yalnız bırakmak istemeyecekti. Abim, bilirsiniz işte biraz (!) korumacıydı.
İşlemler bittikten sonra buraya gelmiştim işte. Abim sonradan öğrendiği için çok kızmıştı ama küsmemişti. Küsmek ona göre değildi zaten. Burası turistik bir adaydı. Kesinlikle ıssız değildi ve ben o yüzden buraya "Islı Ada" diyordum. Espiriyi anlamanız biraz zaman alabilir. Gülmediğinizi görür gibiyim. Gülsenize!
Ne kadar kalacağımı kestiremediğim için dönüş biletini almamıştım.
Lisedeki arkadaşlarımın çoğu sadece arkadaştı. En yakınıma ben kardeş değil dost diyordum. Çünkü kardeşler iyidir ama gıcıktır, salaktır, çıkarcıdır, kıskançtır. Benim dostumun adı Ekin'di. Buraya geldiğimden beri Ekin'le Whatsapp'tan konuşuyordum. En sinir olduğu şey ismiyle dalga geçilmesiydi ve ben de bunu layığıyla yerine getiriyordum. Ehehehe.
İşte buraya geliş hikayem bu kadardı. Üç gündür bu otelde kalıyordum ve deniz-kum-güneş üçlüsüyle eğlenmeye çalışıyordum. Artık yavaş yavaş sıkılmaya başlamıştım. Eve gitmek istediğimden söz etmiş miydim? Belki aptaldım ve bu tatili sıkıcı buluyordum ama buraya tek gelmek yaptığım en büyük hatalardan birisiydi.
Gelirken Ekin'i de çağırmıştım ama ailesinin izin vermeyeceğini söyleyerek teklifimi geri çevirmişti.
Hava aşırı derecede sıcaktı. Öğlen saatleri olduğu için odada oturmaktan başka bir şey yapmıyordum. Akşam dışarıya çıkmaya karar vermiştim. Çünkü bu saatte dışarıya adımımı attığım anda erimekten korkuyordum. Akşam otelin eğlencesi vardı ve ben de ona katılmayı düşünüyordum.
Deniz-kum-güneş şeytan üçgeninden çıkacak olmamın mutluluğuyla bugün ki 5. duşuma girdim. Buz gibi suda hemen yıkandıktan sonra şort ve atletimi giydim. Saçlarımı tarayıp kuruttum ve en tepeden topuz yaptım. Toplamazsam saçlarım enseme değdikçe yakıyordu.
Vaktin geçmesi için laptopumu açtım ve Skype'ye girdim. Ekin'le burdan da konuşuyorduk. Onun çevrimiçi olduğunu görünce görüntülü arama isteği yolladım. Reddettiğini görünce sinirlenip üst üste arama tuşuna sekiz kere bastım. Böyle şeyleri saymak gibi bir takıntım ya da yeteneğim vardı. Ne olduğunu ben bile bilmiyordum. Üst üste basınca laptop kilitlendiği için sinirlenip yatağa fırlattım. Sonra korkup koşarak yanına gittim ve iyi olup olmadığına baktım. Çanak korkusu başa bela arkadaşlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözüme Girdin
HumorEski romanlarda okuduğum gibi ıssız bir ada değildi burası. Tam tersine turistlerle doluydu. İlk geldiğim zaman eve gitme isteğiyle dolup taşıyordum. Ta ki bir çift mavi gözle karşılaşıncaya kadar...Peki ya şimdi, hala eve gitmek istiyor muydum? Mal...