Sabah gözlerimi yağmurlu bir havaya açmıştım ve hayır, yağmurlu havaları hiç sevmezdim. Telefona uzanıp saate baktım, 1 saat içinde okulda olmam gerekiyordu. Gerekiyor muydu gerçekten? Belki gerekmiyordur.
Sıcacık yatağımda mırıldanarak yorganın tam altına sokuldum ve güzelce uyumaya devam ettim. Hiç derdim yoktu sanki.
Belki de hiç derdim yoktur, kendi kendime anlamsız şeyleri dert ediniyorumdur. Belki de edinmiyorumdur. Aslında hayatımın çok zor bir tarafı yok. Ne bulsam yerim, bulmazsam yemem, fazlasıyla uyumlu bir insanımdır. Öksüz doğdum, birkaç ay sonra yetim kaldım, ve hayatımın ilk beş yılını yetimhanede geçirdim. Buralar tam hatırlamadığım kısımlar. Beş yaşlarımdayken almanyadan gelen halam beni almak istedi, ben de üniversiteye gidene kadar olan yıllarımı onun büyük müstakil evinde kuzenlerimle oynayarak geçirdim. Böyle yani, hiçbir sorun çıktığını hatırlamıyorum. Reşit olmamla beraber üniversiteye geldim ve anne babamın bana ayırdığı fona erişim hakkı kazandım.
Sonra onu gördüm, biliyorsunuz onu. Ah Jongdae'm, limonlu kekim.. O kadar güzel ki, kelimeler kifayesiz kalıyor. İnsanlar birden bire deliriyorsa ve ben de bir deliysem, şüphesiz onu ilk gördüğüm an olmuştur bu.
Öğlene doğru kapı çalma sesiyle uyandım. Bir kere çalınmıştı kapı fakat uykusu hafif biri olarak yataktan zıplamasam olmazdı. Gözlerim yarı kapalı bir şekilde gidip kapıyı açtım. Karşımda siyah şapkası, mermer gibi beyaz teni, ıslaklıktan parlayan siyah yağmurluğu olan bir beyfendi gördüm.
"Buyrun?" dedim yüzümde bu duruma anlam veremediğimi açıkça belirten bir tavırla.
"Evinizde cadı mı saklıyorsunuz?"
Bu sefer gerçekten anlam verememiştim.
"Ne cadısı?"
Havadan daha soğuk sesiyle konuştu, "Erkek bir cadı olduğunu tahmin ediyoruz, bir warlock. Şeytansı mı yoksa pagan mı o konuda emin değiliz. Tartışmalı bir konu. Evinizde bu tanıma uyan bir büyücüye rastladınız mı?"
Hayat bi şaka mıydı, yoksa ben hala uyanamamış mıydım, bilemiyorum. Anlamsız anlamsız yüzüne bakmaya başladım, duygusuz gözlerini bana dikmiş bakıyordu.
"Yok burda kimse, uyuyorum ben." diyerek kapıyı tabiri caiz ise yüzüne kapattım.
Ayaklarımı sürüye sürüye yatak odama gittim. Eminim yakın arkadaşım Baekhyun olsa bu halime katıla katıla gülerdi. Önemli olabilecek konularda çok umursamazmışım, bu halimi idol almak istiyormuş, ama aynı zamanda da çok komikmiş. Bilmiyorum. Hiçbir zaman meraklı biri olmadım. Duygularımı da hiç uçlarda yaşamam.
Aşk hariç.
Ah, aşk mı bu? Aşk gerçekten bu mu, insanlar bu güze duygu ile kutsanıyor mu? Bahşedilmiş en güzel duygu, şüphesiz.
Jongdae napıyordur acaba? Büyük ihtimal evinde saçma sapan yemekler pişiriyordur. Ya da bilmediğim yerlere yolculuk yapıyordur. Hiç bilmiyorum. Ama gelip beni görse iyi olur, o güzel yüzünü şimdiden özledim.
Mutfaktan gelen tıkırtı ile adımlarımın yönünü değiştirip mutfağa gittim. Civcivim masada oturmuş nutella yiyordu. Dudaklarına bulaşmış ve aşırı sevilesi görünüyordu, aslında daha çok öpülesi, ama bu başka bir konu.
"Aa, ne zaman geldin?"
"Gece gelmiştim, uyandırmak istemedim. Ayrıca bugünü de evde kalıp keyif yapma günü ilan ettin sanıyorum, okula gitmemişsin." dedi tatlı tatlı bana yaklaşırken.
"Gitmedim, gidesim gelmedi. Çok güzel uyuyordum şu kapı çalana kadar. Azrail kılıklı bi herif sabah keyfimin içine etti diyebilirim. Neymiş cadı arıyormuş, delirdi mi ne.." dedikten sonra sandalye çekip oturdum. Jongdae de karşıma oturdu. Masanın üzerine koymuş olduğum elimin üzerine koydu ellerini. Tam bir şey diyecekti ki farketmeden araya girdim, "Ellerini yıkadın mı? Az önce kavanozu yiyordun da." gülümsedim.
Gergin görünüyordu. Elini elimden çekti, lavaboda kendi almış olduğu sabunla ellerini yıkadı, kağıt havlu ile kuruladı ve tekrar karşıma oturdu.
"Benim sana bir şey söylemem lazım."
Ne söyleyebileceği ile ilgili en ufak bir fikrim yoktu, o yüzden bir şey söylemeyerek devam etmesine izin verdim.
"Portakalım, ben bir cadıyım."