İç de çiçekler büyüsün.
Hep böyle derdi bana su içmemi izlediği zamanlar, bense bunun anlamını çok farklı taraflarda arardım. Ammavelakin bugünkü menekşe sayesinde bunun gerçek anlamını öğrendim, yani öyle sanıyorum. Çünkü bilirsiniz, bilmelisiniz, balköpüğüm gizemlerle doludur.
Onun dolu dolu kişiliği karşısında kendimi bomboş hissetiğim olurdu, ki bu yüzden kendimi sorgulamışımdır da. Bunu onunla konuşmayı aklıma not ederek elimdeki su bardağını bıraktım, ve mutfak masasına oturup elimdeki telefonla birkaç sitede gezindim.
Canım tatlı yapmak istiyordu ama hangi tatlıyı istediğimi bilmiyordum, bu yüzden internetten birçok tarife bakmakta aradım çareyi. Fakat hiçbiri bana hitap etmediği gibi, beni umutsuzluğa düşürmüşlerdi ve mutfaktan çıkıp odama geçmeye karar verdim.
Oturma odasının kapısından geçerken Jongdae'nin hala bıraktığım yerde olduğunu gördüm. Yakınında olduğumdan çok emin bir şekilde, kısık sesiyle seslendi bana,
"Junmyeon?"
Başını arkaya çevirdi ve bana bakıp gülümsedi,
"Sufle yapalım mı?"
Evet, istediğim şey tam olarak sufleydi!
"Ah, olur. Bir dakikaya mutfakta olacağım!" diyip başlangıçtaki hedefime, odama, yürüdüm. Üzerime az önceki sweatshirtin aksine bir tişört giydim. Bulunduğumuz mevsim de ben de ayrı ayrı dengesizdik.
Eşofmanının iplerini sıktırıp bağladıktan sonra banyoya yürüyüp ellerimi yıkadım. Sonra tekrar mutfağa, en sarı çiçeğimin yanına yürüdüm. Ki bu sırada, içimde Jongdae gibilerinden bulundurma düşüncesi beni aptalca gülümsetiyordu.
Onu bulduğumda malzemeleri çıkarmıştı ve beni görmezden gelip işini yapıyordu. Yanına geçip omzumu omzuna çarptım, "Ben ne yapayım?"
"Ne yapmak isterdin?"
Şu an bu yakınlıktan burnunu öpmek isterdim ama her istediğimiz olmuyordu işte. İçimden geçen yüzüme yansımış gibi güldüm.
"Sapık..." diye mırıldanarak güldü.
"Mikseri çıkart da çırp şunları hadi."
***
Yaptığımız sufle mükemmel olmuştu ve akşam yemeğinden sonra televizyonda oynayan rastgele bi' film eşliğinde bir güzel yemiştik. Ben mayışmıştım, tahmin ettiğim üzere o da mayışmıştı ki gece bende kalmasını teklif ettiğimde mırıldanarak onaylamıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde büyük olan koltuğu ona bırakıp kendi yatağıma geçmiş ve uyumuştum.
Şimdi ise uyanmış, elimi yüzümü yıkadıktan sonra yüzümü pembe havlumla silerken beynimdeki bulanık düşünceleri dinliyordum.
Hepimizin hayatının arkaplanında çalan müzikler var. Her gün değişirdi onun müziği, bunu hissederdiniz.
Yani, aslına bakarsanız bazı şeyleri herhangi bir gerekçeniz olmadan da öne sürebilirdiniz ve açıkçası ben bunu yapmayı fazlaca severdim. Belki de uyduruyorumdur. Olsun.
Gece bizde kalışının getirisi olarak, sabah salonumun koltuğunda açmış bu tatlı çiçeğin açışına şahit olmuş, bugünkü melodisiyle kulaklarımı kutsamıştım.
Bazen diyorum, gerçekten deli sanılacağım.
Deli ne demekti, kime göre neye göre deliydin derken yeni açmış çiçeğimin adımı seslenmesiyle gidip yanına oturdum. Hiçbir şey söylemedi.
Sessizliği değerlendirmek amacıyla saçlarını okşadım parmak uçlarımla. Cilasız, cansızlardı fakat onlara dokunmak bana çok kutsal bir şeye dokunuyormuşum gibi hissettirmişti. Alnına düşen saçlarını arkaya yatırırken yumuşak cildiyle temas etmek, parmak uçlarımda da çiçekler açacakmış gibi hissettirmişti. Açık kahverengi, seyrek ve normal zamanların aksine boyasız kaşları altından bana bakan mahmur gözleri. Her ayrıntısında boğulabilirdim o on saniye içerisinde fakat o sessizlik çok sürmedi.