Warlock

7 1 0
                                    


Kahkaha attım. "Sen cadı olamazsın ki."

Kaşlarını çatıp bana eğildi, "Neden olamayayım?"

"Erkeksin çünkü. Erkeklere Warlock deniyor. Öyle değil mi?"

Kıkırdayıp mutfakta gezdirdi gözlerini. Makyajsızdı. Saçları dağınıktı. Gözleri siyah tonlarındaydı, lens takmamıştı.

"Junmyeon, gerçekten bunu mu sorguluyoruz? Sana cadı olduğumu söylüyorum burda."

"Yani. Bunda büyütülecek ne var?"

"Yok zaten bir şey. Sadece 2 yıl sonra gelen bir itiraf, ama neyse."

Birden kafama bir şey dank etti, "O gelen senin için mi gelmişti yani? Senden ne istiyor, kim o?"

"Muhtemelen öyle. Yani sen cadı olmadığına göre? Ya da warlock?" diyip kıkırdadı. 

"Değilim heralde," diyerek yapmacık bir şekilde omuz silktim. Ama içim rahat değildi, "senden ne istiyor? Güvende değil misin?"

"Öyle sanıyordum. Annemle konuşmam gerekiyor." diyerek bir hışımla yerinden sıçradı ve üst kata çıktı. Ona küçük bir oda vermiştim, içinde küçük de bir dolabı vardı. Dolabın içinden hızla bir şeyler çıkarırken yanında öylece dikiliyordum, "Ne arıyorsun?"

"Bekle." diye mırıldandı ve hızını kesmeden dolabı karıştırmaya devam etti. O kadar şeyi o dolaba nasıl sığdırdığını ufaktan sorguluyordum içimde ama ona belli etmedim. Dağınık olduğunu düşündüğümü düşünsün istemedim. Üzülürdü belki. 

"İşte burdasın." Küçük yeşil bir top çıkardı dolaptan. O orda ne arıyordu, tamam hadi orda, topla ne yapacaktı? 

Topu yavaşca zemine koyup ellerini üzerine kapattı. Elleri topta, gözleri gözlerimdeydi. Öylece bakışıyorduk. Sanırım birkaç dakika kadar bakıştık. Soluk renkli dudaklarıyla bana gülümsedi, ben de ona gülümsedim ama elimde olmadan verdim bu tepkiyi. Gülüşü öyle iç ısıtıcıydı ki. Bu duygusal temasımızı bozan ellerini birden toptan çekmesi olmuştu. Az önce yeşil olan basit top şu an parıl parıl parlıyordu, ve maviye dönmüştü.

İşaret parmağını topa koyup konuşmaya başladı.

"Anne, orda mısın? Sanırım bir sorunumuz var. BTD'den biri gelmiş olabilir, emin değilim. Evinizde cadı var mı diye sormuş. Suho konuştu onunla, sorun ne bilmiyorum. Sen gelene kadar burda bekleyeceğim, tamam." 

Parmağını çekti ve rahat bir nefes aldı.

"Halletim fındığım. Biraz krep yapmaya ne dersin?" 

Hızlıca kafamı salladım ve onu aşağıya inerken takip ettim. Mutfağa girdi ve bir şeyler mırıldandı, ne olduğunu çözemedim. Henüz ben ne olduğunu çözemeden sandalyeye oturdu, "Gözlerim karardı, biraz çimen getirebilir misin bahçeden?"

Tuhaf bir bakış atmış olsam da bu yarım saniye kadar sürdü, sonrasında ona bir şey olabileceği düşüncesiyle hemen harekete geçtim. Bahçeye çıktım, otları yolmaya başladım. Ne yapıyordum ben? Burda neler oluyordu? Bilmiyordum, her zamanki gibi. Aslına bakıldığında normalden daha fazla şey bildiğimi söyleyebilirim, en azından onun kim olduğuyla ilgili gerçeği biliyorum az da olsa. 

Ona soru sormalı mıydım? Yoksa kendi haline mi bırakmalıydım? Açıkçası durum beni şaşırtmamıştı. Normal bir insan olduğunu itiraf etse evet, işte bu beni şaşırtırdı. Bunca zaman bana hiç yalan söylemediğini fark ediyorum düşündükçe. Hiçbir şeyi gizleme ihtiyacı duymamış, sadece ben parçaları birleştirmeye tenezzül etmemişim. Bunun için kendime kızgın da değilim, hiçbir zaman meraklı biri de olmadım zaten. Sanki hep dünya parmağımın ucundaymış gibi, istesem zaten öğrenirmişim gibi. 

Hem sorsam o bana söylerdi.

Topladığım çimenleri tek elimde tutarken diğer elimle kapıyı açtım ve hızla mutfağa yürüdüm. Jongdae kafasını masaya koymuş, öylece yatıyordu. Otları masanın kenarına bırakıp ellerimin ucuyla kıyafetini fazla kirletmemeye özen göstererek sarstım onu. Tepki vermedi. Gözleri kapalıydı. Ve deli gibi ateşi vardı. 

O an gerçekten çok korkmuş olmama rağmen onu kucağıma alıp koltuğa yatırdım. Bu cadılarda işe yarar mıydı bilmememe rağmen ellerini kolonyayla ovaladım. Cadılık genetikle olunan bir şey miydi? Yoksa din gibi kendimiz mi seçiyorduk? Süpürge falan var mı? Bu konuyu fazla karıştırıp daha fazla saçmalamama fırsat kalmadan kapı çaldı. Jongdae'yi yanağından hafifçe öpüp ayağa kalktım ve kapıya gittim. Biz de böyle bi delikanlıyız işte.

Kapıyı açtığımda beyaz, dış katmanı tülden, gelinliği andıran bir elbise giymiş olan sarışın bir kızla göz göze geldim. Uzun sarı saçları gerçekten çok tatlıydı. 

"Buyrun?" diyerek gözlerine diktim gözlerimi. İri gözleri vardı, yeşil tonlarındalardı. 

"Bir cadı arıyoruz, buralarda hiç gördünüz mü?"

Ne cadısı ya.

"O tarz bir şey bilmiyorum. Bunu sormak için mi gelmiştiniz?" diyerek kaşlarımı çattım. 

Kız önce gözlerime, sonra baştan aşağı bana baktı.

"Garip, yalan söylemiyorsunuz. Bir sorun olmuş olmalı?"

"Tabii ki yalan söylemiyorum da, bu çıkarımı neye dayanarak yapıyorsunuz?"

Gülümsedi, "Zihninizi okudum. Havuz kadar berraktı, zor olmadı. Her neyse, görürseniz haberim olsun olur mu?"

Bu kız deli falan mı, polisi mi arasam acaba diye geçirdim içimden.

"Neyse gideyim ben." diyip arkasına dönerek uzaklaştı.

Gittiğinden emin olunca kapıyı arkasından kapattım ve derin bir nefes aldım. Bu işi kıvırmıştım. Söylediğim yalana inanmak gibi bir huyum vardır ki, ilk kez işe yaradığını söyleyebilirim. Aslında yalan da değil, çünkü o bi Warlock. Aptal kız. 

Zafer gülümsemem yüzümde takılı dururken biriciğimin yanına gidip onu kontrol ettim. Terlemişti. Islak bezler işe yarayabilir diye düşünüp banyodan bir şeyler almaya gittim. O sırada kulak tırmalayıcı bir ses duydum yine, kapı zili.

Nadir küfür eden biriyimdir ama sabrım taştı taşacaktı. İçeride arım balım peteğim ateş içinde yatıyordu ve ben değişik tiplerden düşüncelerimi saklamakla uğraşıyordum. 

"Sikerler," diyip kapıya yöneldim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 23, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

petrichor // suchenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin