Junmyeon'umun içinde bir çiçek bahçesi var,

62 6 4
                                    

Üç yıl önce, ben camın ardında yağan yağmuru izlerken girmişti Jongdae hayatıma. İşte o gün beni haftada en az bir kere -dondurucu havalar dahil- SunDae yemeyi ihmal etmeyen birine çevirdi.

O evimin kapısını öyle hoş tıkırdatmıştı ki, bir gece uykumdan uyanıp "Ayakkabılarını kapımda görmek istiyorum," diye bağırma isteğimle yüz yüze gelmiştim.

Çünkü bu, seni seviyorum içine nal salmak demektir.

Oysa seni sevmem toplumu meşru kılar, ve gitmen beni dile indirger sevgilim.

Kapıyı tıkırdattı ve içeri girip giremeyeceğini sordu. Bense karşımda duran burnu hafifçe kızarmış, mor beresinin altındaki dalgalı saçları hafiften dışarı taşmış fakat ıslanmış ve gözlerime hiç de yabancı olmayan bir bakışla bakan çocuğa araladım kapımı. Ki o gün, yalnızca evimin değil, kalbimin kapılarını da araladığım gündü ona.

Çok geçmeden farkettim bunu.

Şimdiyse bahardaydık, o kışın ardından bir kış daha geçirmiştik, ki bu seferkinin tamamında beraberdik. 

O evimde çiçekleri sulayıp onlarla konuşurken, ben yine cam kenarındaki koltuğumda oturmuş dışarıyı izliyor gibi yapıyordum, oysaki tüm ilgim ondaydı. Ki bu da canım pahasına saklamam gereken bir sır değildi, yalnızca öylesine yapıyordum bu gizleme işini.

"Hayatım, neden bu kadar mutsuzsun?"

Önünde duran çiçeğe hayal kırıklığı içinde bakarken elini çenesine attı,

"Seni camın dış mermerine koymamı ister misin?"

İç mermerde olan menekşenin yapraklarını okşuyor, onunla tatlı tatlı sohbet ederken dudaklarını ısırmak istememe neden oluyordu.

Bitkinin beyaz çiçeğinden öperken kıkırdayarak mırıldandı, " Tıpkı Junmyeon gibisin,"

Şaşkınca açılan gözlerimi ona dikmiş, beni farketmesini bekliyordum. Ki o sırada ekledi,

"ama o bu kadar huysuz değil. Bu yerini üçüncü değiştirişim fakat hala mutsuzsun, üstelik tek bir çiçeğin var."

Saksıyı kaldırıp gülümsedi, "Benim Junmyeon'un içinde bir çiçek bahçesi var."

"Çiçek bahçesi gibidir o..."

"Hey?" Belki de artık ses vermem gereken zaman gelmiştir diye düşünüp bir nida kopardım.

"Efendim?"

Şaşırmamıştı. Hiç şaşırmamıştı hem de.

"Burada olduğumun farkında değilsindir diye düşünmüştüm." Sesim kısık çıkmıştı.

Pencereyi açıp çiçeği dış tarafa yerleştirdi, ve tekrar kapatıp karşımdaki tekli koltuğa oturdu.

"Senin evinde senin olmayacağını düşünecek değilim Jun. Elbette yakınlarda bir yerlerde olacaksın."

"Fakat tam buradaydım!"

"Sorun ne, burası yeterince yakın."

Yüzüne bakıp anlamaya çalıştım, fakat yüzüne bakınca dikkatim dağılıyor, dünya, düşünmek, sağduyu gibi kavramlar hayatımdan uzaklaşıveriyordu.

"Neyse ne, küpen güzelmiş."

Bir kulağında oldukça minimal boyutta, üç boyutlu bir dünya küpesi vardı. Diğer kulağında ise sadece taşlar vardı.

"Beğendin mi? Ben de diğer tekini sana verecektim zaten, beğenmen hoşuma gitti."

"Aslında, bu konuda tereddütlerim var; uzun bir süredir küpe takmadığım için kulak değilim kapanmış olabilir."

Eliyle "Aish, sen de" gibi bir işaret yaptı, "Kapanmasını istemezsen kapanmaz ki."

Güldüm kafamı sağa sola sallayıp.

"Hangi gezegenden geliyorsun anlamıyorum ki..."

Eline ne zaman aldığını farketmediğim kirazı birden ağzıma attı, ve tam isabet, ağzımla yakaladım onu. Bu normal insanlara göre her ne kadar tuhaf bir arkadaşlık ilişkisi olsa da, ikimiz de dünyanın en normal şeyiymiş gibi davranıyorduk; her konuda.

Biz, ayrı bir dünyaydık zaten, bana kalırsa.

Gerçi onun da çok farklı düşündüğünü sanmıyorum.

"Hep hormonlu bunlar ya..."

Seslice mızmızlanarak koltuğumdan kalktım ve mutfağa yürüdüm.

Ardımdan seslendi,

"Mevsiminde yenen meyveler bile hormonlu artık. 21. yüzyıldayız tatlım, alış buna!"

Sesinin o güzel tonunun, sarfettiği kelimelerin kulaklarıma öyle güzel doluşunun içimdeki çiçek bahçesindeki tüm çiçekleri tek tek açtırma gücünü düşünmemeye çalışıp kendime bir bardak su doldurdum.

İç de çiçekler büyüsün.

petrichor // suchenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin