1.BÖLÜM : "İŞ"

66 6 44
                                    

"Tanrı insanı yarattı ve sonra kovdu iblisi mabedinden. İblis giderken bıraktı bütün iyiliklerini, aldı yanına bütün kötülüklerini. Son kez dönüp baktı tanrıya kal demesini çok istedi. Fakat kal diyen olmamıştı, önüne dönüp çıkarken oradan, kırgın ve intikam isteyen bir sevgiliydi..."

Profesör elindeki kağıdı masanın üzerine bırakıp numaralı gözlüklerini çıkardı. Bütün sınıf çıt çıkarmadan onu dinliyor, okuduğu paragrafı herkes kendi kafasında ölçüp biçiyordu. Elimdeki renkli kalemin kurumaması adına kapağını kapattım ve bende koca amfiyi zümrüt yeşili gözleriyle süzen Profesöre baktım. Onun derslerinde sınıf ikiye ayrılırdı; dediği her şeyi anlayıp ona hayranlık duyanlar ve bütün hafta söylediği şeyi düşünüp "deli bu adam," diye ortada dolaşanlar.

Ben ikisinin arasında arafta kalmış biriydim. Ona hem büyük bir hayranlık duyuyordum hem de bazen deli olduğunu düşünüyordum. Gözlerimiz kesiştiğinde hala elinde olan gözlükleri gömleğinin yakasına iliştirdi ve kollarını göğsünde toplayıp çenesi ile beni işaret etti, "işte şimdi bittik kızım" dedi içimdeki ses. Anlamazlıktan gelip arkama baksam da o karizmatik sesi, sadece sinek vızıltısının duyulduğu sınıfta yankılandı. "Sen, sen 123465 Azra Demir. Demin okuduğum paragrafı not aldın değil mi? Paragraf sende hangi duyguları uyandırdı ve neden not aldın?" yutkundum, herkesin odak noktası olmuştum ve bu beni rahatsız ediyordu. Derin sessizlik beraberinde beni ve sevgili profesörü de içine alırken boğazımı temizleyerek ondan kaçtım. "Hayal kırıklığı, birazda şaşkınlık hissettim." Kaşları havalandı. "Şaşkınlık?" dedi, sesindeki soru işareti gözle görülecek kadar büyüktü. Demin kapağını kapattığım kalemi elime aldım tekrar, kafamı salladım ve açıklamak için araladım dudaklarımı. "Şaşkınlık evet, iblis ve tanrı arasında bir aşk olabileceğini düşündüğü için. Çoğu betimleme düşman, eski birer dost hatta baba ve oğul yönündeyken iki aşık ile karşılaşmak şaşırttı." 

Kalemi elimde çeviriyor bir yanda onun gözlerinin tam içine bakıyordum. Gergindim ve bu dersin biran önce bitmesini diliyordum. "Peki ya hayal kırıklığı?" diye sordu. "Sanırım kendimi biran iblisin yerine koydum hocam," dedim gözlerimi kaçırarak. İfadesiz yeşil gözlerin hala üzerimde olduğunu biliyordum fakat benim gözlerim şimdilik pencerenin hemen dışında bir tabloyu anımsatan görüntüde dolaşıyordu. Mayıs ayı güneşi beraberinde getirmiş, pencerenin hemen önündeki kiraz ağacının dallarını çiçeklendirmişti. Gökyüzü maviydi, cam gibi parlıyordu. "Ders bitmiştir." Cümlesiyle birlikte irkildim, derin bir oh çekerken eşyalarımı toplamaya başlamıştım bile. Bu arada birkaç hemcinsimin profesörün önüne etten duvar ördüğünü görünce bana tanınan şans için teşekkür ediyordum. Hızlıca çantamı alıp sınıftan çıkmak istedim, istedim çünkü kapıdan çıkmama bir adım kala buna engel olacak bir şey yaşandı. "Azra DEMİR!" gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Bana doğru adımladığını anlamam çok uzun sürmedi. Kısa bir zaman sonra ferah kokusunu duyabileceğim kadar yanımdaydı. "Odamda bekliyor olacağım," diyerek yanımdan sıyrıldı. Onu onaylayıp sınıftan çıkmasını izledim. İşte yine başlıyorduk...

Prof.Dr. Savaş DEMİR yazısı ile ne kadar bakıştığımı bilmiyordum ama beklemek acıyı ertelemekten başka bir şey değildi. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Numaralı gözlükleri yine gözündeydi ve bilgisayarının ekranına odaklanmıştı. Bakışlarını ekrandan çekmeden oturmam için önündeki koltuğu işaret etti. Kapıyı kapatıp oturdum. Odanın içindeki kasvetli hava kahve kokusu ile bir ittifak kurmuş hakimiyet sağlamıştı. Tam karşımda benim oturduğum siyah deri koltuğun bir eşi vardı ve duvarda Van Gogh'a ait olduğunu bildiğim bir tablo asılıydı. Tablonun hemen altında minik bir masa ve üzerinde kahve makinası vardı. Bakışlarımı makinadan çekip hala ekrana bakan profesöre diktiğimde nihayet o da bana bakmıştı. "Demek şaşkınlık ve Hayal kırıklığı ha?" gözlerimi kaçırmak istedim fakat bunu yaparsam işler benim için daha da zorlaşacaktı. "Ben sana kaç kere bilgisayarımdan uzak dur diyeceğim?" peki tamam bu bakışma oyununun kazananı yine o olmuştu. Koyu kahverengi gözlerimi ışık hızı ile onun yeşil gözlerinden kopardım fakat çoktan gözlüklerini masaya atıp karşımdaki koltuğa oturmuştu bile. "Azra! Bana bak!" asla! Sen böyle kızgınken asla bakamazdım sevgili profesör abiciğim. Koltuktan da hızlıca kalkıp tam önümde durdu ve elleri cebinde kafasını eğerek gözlerimizi birbirine kenetledi. "Tezimden alıntı yaparak sadece sınıftaki arkadaşlarını kandırabilirsin. Her cümlesini bizzat yazdığım bir tezi, kendine uyarlayıp söylerken hiç mi utanmadın küçük hırsız?" bir kez daha gözlerimi kaçırma girişiminde bulunacaktım ki işaret parmağını silahın namlusu gibi doğrultunca bunu yapmaktan vazgeçtim. Abinizin profesör olduğu bir üniversite ve bölüm yazarken iki kez düşünmenizi öneririm. Zira ben bunu bir öneren olmadığı için buradayım. Sessizlik yemini etmişim gibi asla konuşmadım. Abimin telefonu çalınca kasılan bütün kaslarım gevşemişti. Telefonunu açmak için uzaklaştığında ise derin bir nefes alıp koltukla neredeyse bütünleştim. "Alo?" bakışları hala bendeydi. "Evet, benim. Tabi ki. Yarın mı? Saat kaçta? Tamam o saatte orada olacak. İyi günler," diyerek telefonu kapattı. Eline aldığı çantanın içine birkaç dosya sıkıştırırken bana kısa bir bakış atıp gülümsedi. "İş başvurun kabul edilmiş." Kafamı salladım sonra durdum. İş başvurusu? İyide ben bir işe başvurmamıştım ki? "İş başvurusu mu? Bir işe başvurduğumu hatırlamıyorum," dedim. Çantasını kapatıp sıkıntılı bir nefes aldı.

YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin