"Jimin on saattir buradasın, artık sınıfa mı gitsek? Başıma güneş geçti bok."
Taehyung'un dediği hiçbir şeyi tam duyamıyordum çünkü tam karşımda Jungkook çok ateşli bir şekilde basketbol oynuyordu. Ayrıca yan tarafları oldukça açık uzun bir tişört giyinmişti ve arada kasları gözüküyordu. Hayranlıkla izledim onu, topu tutuşu, koştuğunda dalgalanan saçları ve ara sıra buraya bakışı, sanırım ölecektim.
"Bıktım senden ya, aynı şekilde ben oynasam beni bu kadar izlemezsin."
"Tabii ki izlemem. Neden seni on saat izleyeyim?"
"Arkadaş dedik bağrımıza bastık, sen git başka adamları on saat izle. Tamam anladım ben seni, git onunla her boku yap."
"Olur.."
Elindeki şişeyi kafama vurduğunda odaklandığım bedenden çektim gözlerimi. Yerimden hızlıca kalktım ve Tae'nin bağırışlarını umursamadan kantine doğru ilerledim. Öğle molasının sonlarına doğru olduğu için pek kalabalık değildi kantin.
"Bana bir tane çilekli bir tane de orman meyveli dondurma verir misin?"
Hemen parayı uzattım ve dondurmaları aldığım gibi banka doğru ilerledim. Tae'nin yanına geldiğimde saçlarına öpücük kondurup çilekli dondurmayı ona verdim. Gözleri anında parıldadığında gülümseyip yanına oturdum. "Jimin sen çok fenasın, biliyorsun işini."
"Tabii ne sandın."
Dondurmamı yerken gözlerim yine ona kaydı. Bu adam nasıl gerçek olabilir? Cidden sanırım hayatımda gördüğüm en taş insandı. Ben ona hayran hayran bakarken bir anda gözlerini bana çevirmiş ve göz kırpmıştı. Elim ayağıma dolaştığı için elimdeki dondurmayı az daha yerle buluşturuyordum.
Ona baktığımda ise halime gülüyordu. Oyunları bitmişti ve su içiyorlardı. Su, Jungkook, terli vücut, su..Jungkook.. Gözlerimi her bir zerresinde gezdiriyordum kana kana su içen çocuğun. Bu görüntü en iyisiydi ve sanırım her zaman öyle kalacaktı. Oh hayır, hayır öyle kalmayacaktı.
Çünkü şu an tam karşımda tişörtüne terini siliyordu ve kasları... "Jimin, iyi misin? Kendine gel. Lan Jimin!"
"He evet ne, ne diyordun?"
"Sabır ya, bıktım senden. Sınıfa gidiyorum ben sende elini yüzünü yıka da gel."
Ağzımdan birkaç mırıltı çıkmıştı benim bile duymadığım. Arkadaşlarıyla sınıfa doğru gittiğini görünce bende yerimden kalkmıştım. Elimdeki dondurma çubuğunu çöpe atıp Tae'nin dediği gibi tuvalete gidiyordum şimdi. Tuvalete girdiğimde Jungkook'u görmüştüm. Bedenim kaskatı kesilirken saçma bir hareket yapmamaya özen gösteriyordum.
Sakince lavaboya doğru gittim ve suyu açtım. Elime doldurduğum suyu yavaşça yüzüme çarptım. İşim bittiğinde Jungkook'un bana baktığını görmüştüm. Aceleyle çıkacakken bana seslendi;
"Yüzünü kurulamayacak mısın?"
Elindeki birkaç kağıt havluyu bana uzattı. Bende aptallığıma sövüp elindeki kağıt havluları alıp yüzümü kurulamaya başladım. Çöpe atıp kapıya yöneldim. Kapıdan çıktığımda aklıma gelen şeyle kapıyı hafifçe açıp, "Teşekkürler." demiştim. Ben kapıyı açtığımda gülümsüyordu. Kapıyı kapattım ve sınıfa gidene kadar aptalca güldüm.
Sınıfa girdim ve Tae'nin yanına yerleştim. Bir noktaya bakıp güldüğümden dolayı Tae'nin bakışları beni bulmuştu. "Her geçen gün seni daha çok kaybediyorum.. Ne oldu tuvalette?" sıcak bir şekilde güldüm ve Tae'ye doğru döndüm. "Bana peçete verdi," Tae duyduğu şeyle yüzünü buruşturmuştu. "Bu benim için çok güzel bir şey tamam mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑎𝑛 𝑜𝑟𝑑𝑖𝑛𝑎𝑟𝑦 𝑙𝑜𝑣𝑒 𝑠𝑡𝑜𝑟𝑦
Fanfiction"Benim hakkımda neler söylüyorsun ailene?" "Yani şey günümü anlatıyorum ve işte sende varsın ya ondan şey ettiler." "Ney ettiler?" "Şey ettiler işte, of Jungkook, sus." "Sustur beni o zaman." "N-ne diyorsun?" "Sustur diyorum." ... Birbirlerini seven...