BÖLÜM 2|DREAM

189 32 7
                                    

"Yerime oturmanı kim söyledi?"

Bu bir sorudan çok tehtide benziyordu. Çantamı elime alıp ayağı kalktığımda miğdemin bulantısı ile ağızımdakileri üzerine boşalttım. Refleks olarak tuttuğum elleri buz gibi soğuktu bu bana annemin ölü bedenini hatırlattı.
Onu üşüyor sanıp üzerini örttüğümde aslında cesedini tabuta sarıyordum.

Tıpkı Katilimin o soğuk ellerini sertçe kavrayışım gibi...
____________

Kolunu tuttuğum ellerimi birden savurmasıyla başımı öne eğdim. "Özür dilerim." Çekinerek söylediğim bu cümleyle daha fazla cesaret almıştı. Gözlerimin içine rahatsız edici bir şekilde bakıyordu. Sanki, 'sen de aynısın.' Der gibi.

Beni alaya almıştı. O üstüme doğru yavaşça yürüdükçe ben de otomatik olarak geri gidiyordum. Bunun sonunda ne olacağı belliydi.

Öğretmen başta olmak üzere, diğerleri tepki göstermek yerine boş boş bakıyordu. Galiba karşımdakine kimse sözünü geçiremiyordu.

Gördüğüm en boktan şeydi.

Duvara yapıştığımda uzun saçlı oğlanın yandakçıları ortalığı kızıştırmak için tezahürata başladılar. Tek yaptıkları şeyin böyle olaylarla eğlenmek olduğunu kör sultan uzaktan bile anlardı.

Sınıfta "Jeon" Nidaları gittikçe daha fazla yükseliyordu. Kulağı tırmalayan sesler onun özgüvenini arttırıyordu. Bunun sonucunda yanağımda hissettiğim yumrukla yere yığılmam bir oldu. O acıyla çene kemiğimi oynatıp elimle biraz masaj yapmaya çalıştım ve ayağa kalktım. Alkışlar bu sefer daha fazlaydı.

Bu sese daha fazla dayanamamış olacak ki, hiçbir işe yaramayan, sınıfın sözde öğretmeni olayı görmezden gelip zoraki gülümsemesiyle bana yöneldi.

"İstersen izin alıp eve gidebilirsin." Umrunda olmadığına adım kadar emindim. Sadece işini yapıyordu. Tabi bu, işleri benim için daha da kolaylaştırmıştı. Zaten omzumda olan çantamı da alıp kapıya doğru hızlıca yürüdüm.

___

Keşke her şey daha kolay olsaydı. Yürümek bile. İçinde bulunduğum bu yıkık durum gün geçtikçe beni mahvediyordu. İki adım atsam yoruluyordum. Her gece bardan bir kızla çıkan ben, ne ara bu hale gelmiştim?

Oysa sadece güvenmiştim.

Güneş batmaya başlıyordu ve ben hala yürüyordum. Aylak aylak gezmenin ne bana, ne de içimdeki gereksiz canlıya yararı vardı. Yine de yasak olan şeyler daha iyi hissettiriyordu.

Bu gün eve gitmek istemiyordum. Sadece son günümü güzelce yaşamak, sonrasında hayırlı bir anne gibi davranıp
sağlığıma daha fazla dikkat etmek istiyordum.
Kafamı düşüncelerimle öne eğerken ciddi anlamda uzun bir yürüyüş yaptığımı farkettim. Etrafıma bakmadan, dikkatsizce yürümüştüm. Sanırım bu yüzden kaybolmuştum. O an içimi bir telaş sardı ve beklemediğim anda gözlerim doldu. Ağlayacak mıydım yani? Gömleğimin bir düğmesini daha açıp derin derin nefes almaya başladım. Yolun ortasında öylece dikiliyordum. Akşam olduğu için kimse yoktu. Etrafıma kimse doluşmamıştı neyse ki. Bu yüzden şükredebilirdim.

Ayaklarım tökezliyor, hücrelerime kadar titriyordum. Daha önce hiç böyle olmamıştım. İğrenç hissediyordum.

Böyle küçük bir durumda bile beni bu hale getiren şey, bu varlıktı. Daha fazla dayanamadım ve kaldırımdaki bir bankta oturdum. Seoul'un en sessiz yerlerinden biriydi burası. Buraları her ne kadar iyi bilsem de, beni buraya bıraksalar evin yolunu bir türlü bulamazdım.

Dinlenirken kafamı havaya kaldırıp gökyüzünü izledim. Hava iyice kararmıştı. Dolunay ise bana oradan gülümsüyordu. Çaresiz ve ayyaş insanlar gibi hissediyordum. Hazır bu role kendimi kaptırmışken yaşamalıyım da. Yanımda oturan küçük çocuklara aldırış etmeden onların önünden hızlıca geçtim ve en yakın marketlerden birine girdim. Mis gibi noodle kokuyordu. Evsiz insanlar ve akşam yemeğine geç kalanlar masada sıraya dizilmiş, yemek yiyorlardı.

King's Favorite | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin