"Cennet'in çocuksu hâli vardı hep, çocuksu hâlinin aksine görünce hayran kalınacak bir kadındı. her gün mezarlığa gider, küçük büyük beden demeden hepsi ile konuşur, çiçek bırakır, sulardı. "gitme bu kadar, yorulursun, evden çok uğrar olsun, kemal kızacak, gitme" derdim. inat ederdi hep giderdi. nerden bilelim bir daha mezarlıklara küseceğini. o geceden sonra ki gece yine eve çok geç geldi. ama ağzını açıpta çıt demiyor, gıkı çıkmıyor. korktum, yemin ederim korktum. aklımdan türlü türlü düşünceler geçti. şen şakrak, çocuk ruhlu olan cennet ağzını açıpta tek kelime etmiyordu. yerinde başka biri vardı sanki. bağırsın, çağırsın, haykırsın istedim. en son dayanamadım ben bağırdım. "konuş, niye susuyorsun niye, noldu yine mi Kemal sorun yarattı, bir şey mi yaptı" dedim. evet kemal yaptı, tartıştık desin diye ağzını bekledim. ama demedi. en son öyle bir iç çekti ki birisi namluyu anlımın ortasına dayamış gibi hissettim. sonra ağzını açtı bir şeyler diyecek belli, ama diyemiyor. kelimeler çıkmıyor ağzından." gitti" dedi, anlamadım yüzüne boş boş bakıyorum. kim gitti de bu kadın bu kadar dağıldı diye düşünüyorum. "gitti, beni bıraktı, tek nefesim beni bıraktı. nasıl nefes alırım söylesene. ben. bu. saatten. sonra. nasıl. nefes. alırım" dedi. o an ağzımı açıp ona teselli cümleleri kurmayı, onu kollarımla sarmayı o kadar isterdim ki, ama yapmadım. dediklerinin altında ezildim. bağırdı, çağırdı, ağladı en son dayanamadı ve uyuya kaldı. haykırışları hâlâ kulağımdan silinmiyor. o an karşımda onu öyle görünce yıkılmaz dediğim kadın gitmişte yerine annesi elinden alınan küçük bir kız çocuğu gelmiş sandım. dağılmıştı. yıkılmaz dediğim kadını, bir ceset. bir mezar soğukluğu. bir tabut ağırlığı yıkmıştı."