"Buradan.." dedi asker. Kaç yerden girip çıktık bilmiyordum, tek bildiğim her yeni bir kapı açılışında kalbimin yerinden çıkacak gibi olmasaydı. Bu sefer geldik derken başka yerlere geliyorduk. Ama bu sefer sondu, bu gireceğimiz son yerdi.Anne ve babamı geride bırakmıştım. Benimle gelmek için itiraz etmiştiler ama şövalyeler buna izin vermemişti. Kralın yanına herkesi almıyorlardı. İki kişiden ne olurdu sanki? Onlar olsaydı en azından kendimi daha rahat hissederdim. Fakat şu an tanımadığın iri yarı şövalyelerle labirenti bitirmeye çalışmıştık. Gerçekten, girip çıktığımız yerler labirent gibiydi. Peki beni niye çağırmışlardı? Beni tebrik etmek için bu kadar yol yürütmezlerdi değil mi? Büyü yaptığımı anladıklarını da sanmıyorum. Onlar sıradan insanlardı nasıl olsa..
Kapı yavaş yavaş açılırken önümden kocaman bir oda uzanmaya başladığını gördüm. Diğer odalara hiç benzemiyordu, burası yolun sonuydu. O ara etrafa kısa bir baktım. Balkon gibi bir yerdi ama balkona göre fazla büyüktü ve süslüydü. Yer yer asılmış tablolar, gereksiz yanan meşaleler, rüzgarın savurmasıyla hareketlenen sarmaşıklar..
Kapı açıldı, tam uçta dışarıya doğru dönük kocaman koltuklar ve orada oturan biri. Yanında birkaç kişi dikiliyordu.
"Kralım.." dedi yanımdaki şövalye. Koltukta oturan adam bana döndü. Kafasındaki koca taca güneş ışığının vurmasıyla gözlerim kamaşır gibi oldu. Gel işareti yaptığında yanımdaki şövalye beni hareketlendirip birlikte yürümeye başladık. Kralın yanına gidiyordum. Yaklaştıkça heyecandan kalbim kulaklarımda atıyordu. Gözlerini benden ayırmadı gelene kadar.
"Anya Sharov, efendim."
Kralın birkaç adım ötesinde duruyordum. Şövalye sözlerinin ardından yanımdan çekildi.
"Demek o kız sensin.." dedi başını ağır ağır sallayarak. Uzun sakalı ve yer yer ak düşmüş saçları vardı. Kahverengi küçük gözleri üstünde sanki yılların ağırlığı varmış gibi çökmüştü.
Bir şey söylemedim. Heyecandan dilim tutulmuştu, nasıl söyleyebilirdim ki ?
"Nerelisin Anya?" diye ekledi. Babacan bir tavrı vardı.
Derin bir nefes almaya çalıştım ama alamadım. "Mhyons efendim. Kuzey sınırından.. Ama orada kalmıyoruz, göçebeyiz. "
Kaşlarını yavaş bir şekilde kaldırdı. Bu kadar uzak yerden geldiğimi düşünmemişti sanırım. Kısa bir sessizlik oldu.
"Oğlumu yenecek kadar iyi oynadığına bakılırsa yıllardır ok kullanıyorsundur." Nefesim kesilecek gibi oldu. "Kaç yaşındasın, Anya?" diye sordu ben onu cevaplayamadan. Zaten cevaplayamazdım. Yıllardır ok kullandığım yoktu, ilk defa geçen kullanmıştım.
"B..Ben 20 yaşındayım, efendim." dedim kekeleyerek. Bu halime küçük bir tebessüm etti. Ah siz o kadar rahatsınız ama ben..
"Yaşına bakılırsa asker olmak için küçük sayılır." dedi yanında ayakta duran şövalye. O ara gözlerimi hiç kralın üzerinden ayırmadığımı fark ettim. Gözlerimin ayakta duran şövalyeyle karşılaşmasıyla kalbimin çıkacağını durdum. Bu ormanda gördüğüm Prens Alexander'ın yanındaki adamdı. Adı Oscar'dı. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Üstten üstten bana bakıyordu. Kendini beğenmiş bir hava sezmiştim onda ama bu hali ona yakışıyordu.
Kralın diğer tarafındaki şövalyeye bakamadan kafam dank etti. Asker demişlerdi öyle değil mi? Kafamı anlamamış şekilde sağa yatırdım ve kralla göz göze geldim.
"Kadınların yaşı için evet, oğlum." diye cevapladı gözleri benim üzerimdeyken. Tekrar afalladım, Oscar onun oğlu muydu? Yani Prens Oscar..

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON ELF
Fantasíaİnsanlar, sirenler, troller, nadir bulunan uğursuz satirler.. Yıllar sonra nesli tükenen ırktan gelen son elf uyanıyor. Ölümü hissedip yeniden doğuşun tadına bakıyor. Elhoim krallığına giden Anya'nın karanlık geçmişini öğrenirken kendini bir savaş...