Hava yine her zamanki gibi soğuk klasik Güney Kore işte. Bense açlıktan kıvranıyorum her zamanki gibi zayıflama derdimle boğuşuyorum o yüzden belki açlığımı yatıştırır diye Wellbeing Marketten gidip kendime bir kombucha çayı aldım iddialarına göre zayıflamaya yardımcı oluyormuş yani aslında çok şişman değilim ama benim diyetlerim biraz acımasız olunca bir hafta boyunca hastanede yattım. Yani yaptığımın yanlış olduğunu bile bile yaptım her zamanki ruh halim işte 'Her şeyin yanlış bile olsa bile devam etmek ya da sevmek ...'
Aldığım kombuchayı yudumlarken Koredeki en sevdiğim yere yani N Seul Kalesinin basamaklarına oturmaya gitmek için basamakları tırmanıyordum. Esen soğuk, kavurucu, yakıcı, rüzgar yüzüme vurdukça gözlerimi açamıyor, yaşarıyordu. Sanki ağlamam için rüzgar bana bahane veriyordu yanımdan geçen insanlarda bana öylece bakıyorlardı neden gözümün yaşardığını sorarcasına bakıştı bu adeta.
Sonunda en sevdim basamağa çıkıp oturmak için önce çayımı basamağa bırakıp bir bacağımı da basamağa atıp oturdum popom donmuştu nitekim taştı; oturduğum anda aklıma dersi ekip kantinde tost bastırıp taşa çömdüğümüz geldi aniden suratımda istemsizce mimik kayması belirdi. Bir anda gözümden inen istemsiz yaş sanki suratımdan inerken bir buz parçasına dönmüştü.
Gözümdeki akacak olan yaşlarla baktım o koca şehre yani koskoca Seul'e baktım binalardan çıkan ışıklarla benim gözümdeki yaşlarla birleşince gözlerimde sanki bir yıldız parlıyormuş gibiydi ; parlak ve renkliydi. Üşümüştüm, kapüşonunu örtüp kafamı diğer basamağa yasladım ama kombucham bitmişti güzeldi ama ben hala açtım belki açlığım biter diye manzarayı seyretmeye devam ederken arkamdan geçen insanlarla ne kadar farklı düşünüyordum e malum doğduğu, büyüdüğü yerdi; benimse sadece 4 yıl okumak için geldiğim bir yerdi ama aslında çocuklumdan beri düşlediğim bir yerdi.
Aslında çocukluktan beri hayalini kurduğum bir yerde olmama rağmen niye bu kadar üzgün ve yalnız olduğumu bilmiyordum ama galiba ailemi ve ülkemi özlemiştim. Aslında tam olarak bariz olmasa bile ırkçılık vardı yani bu normaldi aslında onlar gibi olamazdım gözlerimizin yapısı yemek yeme biçimimiz, adetlerimiz, ten renklerimiz aslında daha bir çok şey farklıydı. Aslında sadece tek ortak yanımız koreceydi işin doğrusu ben koreceyi nasıl öğrendiğimi bilmiyordum sadece lisedeyken çok fazla kore draması izlerdim özellikle pandemi döneminde gece sabaha kadar ama galiba bu yapmasaydım bu hayallerimi gerçekleştiremezdim diye düşünmeye başladım.
Buradaki okulum aslında gayet güzeldi ama hayat bir kore draması gibi aşklarla dolu salak salak bakışmalarla dolu değildi. Ve sadece bendim benim çok az arkadaşım vardı Park Min Joon'um vardı o benim canımdı benim her zaman kıçımı toplar diyebilirim. Ama kimse ' Onun ' gibi sahip çıkmadı bana. ' O ' bana bir çok şey öğretti, vakit geçirdik, takıldık ama o başkasının kollarından baktı bana bense sadece görmeye çalıştım ama o beni hep bir kardeş gibi görmesi galiba kalbimi çizmişti.
Bunları düşünürken bile kendimi ağlamamak zor tutuyordum burnum aslında soğuktan kızarmıştı bir de ağlamamaya çalışında burnum palyaçonun burnuna dönmüştü ve buraya hatalarımı unutmak için geldiğimi kendime hatırlatarak yerimden kalkıp aşağıya zıpladım.
Soğuktan ayaklarım uyuşmuştu o kadar uyuşmuştu ki yürüyememeye başladım neyse ki kendimi toparladım ve kalenin duvarlarından destek alarak yürümeye devam ettim. Karşıdan gelen biri bir anda karşımda beliriverdi. Adamı tam olarak tanımıyordum ama aslında uzundu, aslında herkes benden uzundu, insan 1.57 olunca, suratına bakmaya çalıştım ama gözlerim ağlamaktan ve soğuktan yanıyordu. Bana eğilerek:
-İyi misiniz? (gwaenchanh-a?) diye sorunca cevap vermekte güçlük çekerek ve bir şeyler geveleyerek adamın yanından geç çalıştım ama adam aniden bileğimden tuttu bense karşı koyamayacak kadar güçsüzdüm, normal olarak, zaten saniyesinde kendimi tutamayarak bayılmıştım ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bileklerimdeki Eller
RomanceBen karanlıklar içinde sadece yalnızdım ta ki onunla tanışıp hayatın ne kadar mutlu günler yaşatıp ,o günleri sadece bir göz yaşına çevirene kadar... bu hikaye aslında yaşanmışlıkla yaşanmamışlık arasındaki bir ince çizgi kadar hayaldi aslında.