🌗

708 138 68
                                    



(Bir hafta sonra)

Artık sürekli mesai olsun olmasın aynı peronda, Felix ile buluşuyor ve bilerek kaçırdığımız treni bekliyorduk. Bu sırada ise ondan sürekli güzel hikayeler dinliyordum. O kadar geniş bir genel kültürü vardı ki bazen yerel halk hikayelerini, bazen ise hiç duymadığım mitolojik hikayeleri anlatıyordu. Bense tüm bu süre boyunca onu gülümseyerek izliyordum. O da bu duruma alışmıştı ve yadırgamıyordu. İlk başta o kadar çok korkmuştum ki yanlış anlamasından mesaimin olmadığı bir gün direkt eve geçmiştim. Ama bunun saçmanında ötesi bir fikir olduğunu ertesi gün anlamıştım. Çünkü gerçekten yokluğumu farkedip beni sormuştu ve bu baya hoşuma gitmişti.

Zar zor geçen haftasonunun ve adeta saniyelerin dakika misali aktığı iş gününün ardından hızla kendimi istasyona attım. Artık sanki tek amacım Felix ile buluşmak gibiydi, hayatımda. Sabah kalkıyor, onu düşünüyordum ve gün boyu aklımda o oluyordu. Ona kesinlikle aşık olduğumun farkındaydım ama aramızdaki ilişki hâlâ resmiydi. Bana 'Bay Hwang' diye hitap ediyordu. Bu yüzden bugün bir şeylere son verecektim. Ona gidip en azından arkadaşmışız gibi samimi davranmasını isteyebilirdim. Bu aramızdaki ilişki için en azından daha ilerletici bir yöntemdi diye düşünüyordum.

Perona geçip her zamanki banka oturduğumda saate baktım. İki saat burada beklemek zorundaydım ve bu yüzden oturduğum yere elimdeki dergiyi bırakıp büfeden içecek bir şeyler almak için ayaklarımı ilerlettim.

Felix'ten sonra bir çok şey değişmişti. Mesela artık yavaş yavaş kitap okumaya başlıyordum. Kitap okuma isteği geldiğinden değil, sadece onunla daha dolu bir vakit geçirmek için. Ayrıca bana, yazdığı ufak tefek denemeleri veriyordu. Yanında okumamdan utandığı içinde genelde trenden inmeden önce bana verip ertesi gün getirmemi tembihliyordu. Bu halleri özellikle sevimliydi.

Elimdeki kahve ile geri yerime geçtiğimde dergiyi açıp göz gezdirmeye başladım. Bir finans dergisiydi ve Felix şu an yanımda olsa; dergiyi rulo yapıp kafama vururdu. Yüzüme düşündüğüm şey dolayısı ile bir gülümseme yerleştiğinde kendime gelmek için kafamı salladım ve dergiye odaklandım.

•••

"Delireceğim Bay Hwang!" Felix hışımla yanıma yerleşip elindeki dosyasını başına götürüp isyankâr bir ses takındığında şaşırmamıştım. Felix'i her gördüğümdeki tepkisi buydu çünkü.

"Sizede merhaba Bay Lee.." gülmemi tuttuğumda kendi haline o da sırıtmıştı.

"Merhaba Bay Hwang ve o yüzünüzdeki gülümsemeyi silin. Size de malzeme çıkarıyorum sanırım.. ama napabilirim canım! Günlerdir harap oldum ama hâlâ bir yol alamadım. Sizce artık pes mi etmeliyim?" Büzük dudağı ile bana döndüğünde açıkçası içim acımıştı. Çünkü ciddi ciddi vazgeçmiyordu bu adam ve her gün bunca yolu geliyordu. Eğer burada başarılı olamazsa büyük bir ihtimal Seul'e yakın olan başka bir şehirde aynı düzeni tutturacak ve bu sefer öyle gidip gelecekti.

"Ben size inanıyorum, Bay Lee."

"Ben kendime inanmıyorum artık." Kollarını bağlayıp arkasına yaslandı ve yorgun bir soluk bıraktı. "İki seçeneğim var; ya başka türde yazıp yazarlık hayalimi gerçekleştireceğim, ya da başka bir şehirde deneyeceğim şansımı." Bu düşünce beni üzüyordu. Yoğun olan hayatında zaten akşamları birkaç saatliğine onu görebiliyordum ve her ne kadar iletişimi kesmesek de, onun başka şehire gitmeye başlaması kesinlikle bizim sonumuz olacaktı. Belki 'bizim' değilde 'benim' demem daha doğru olurdu.

"Bay Lee, bence tutkunuz neyse onun peşinden gitmelisiniz. Bu yüzden fikrimi soracak olursanız; çizginizi asla bozmayın, derim." Felix bana dönüp kafa salladığında yüzündeki ifadeyi sildi.

"Neyse sizinde canınızı sıkmayayım böyle.. bu akşam ay ne kadar güzel öyle değil mi?" Dediği şeyle kafamı gökyüzüne çevirdim. Gerçektende ay parıl parıldı. Yanında puslu bulutlar olmasına rağmen diğer günlerden farklı bir şekilde ışıldıyordu. "Ne zaman aya baksam, aklıma Endymion ve Selene'in hikayesi geliyor. Hiç duydunuz mu?"

"Hayır. Anlatın lütfen." Dirseğimi bankın sırtına yaslayıp ona doğru döndüm. O da bana dönüp bacak bacak üstüne atmış ve başlamıştı.

"Bu bir Anadolu hikayesiymiş duyduğuma göre. Herkes farklı anlatıyor ama ben en sevdiğim versiyonu ile size anlatacağım." Kafa sallayıp ona dikkat kesildiğimde her zamanki gibi yüzünde bir heyecan vardı. Konuşmaya bayılıyordu gerçekten. "Bafa Gölü Efsane'si olarak geçiyor kitaplarda. Şöyle; olay Muğla'da geçiyor. Efsaneye göre Latmos dağlarında her gece içli içli kaval sesleri yükseliyormuş. Bu kavalın sahibi ise çoban olan Endymion. Bu çoban her gün sürüsünü otlatır, akşam olduğunda ise sürüyü alıp Latmos dağında bir mağaraya sığınır ve tek sahip olduğu şey olan kavalına üflermiş.

Güneş gökyüzünü terk edip ay geceyi aydınlatınca da Selene gelirmiş. Selene, boğaların çektiği gümüş bir arabada başında aydan bir taç, elinde meşalesiyle Ay Tanrıçasıymış. Dünyada gezintiye çıkmadan önce Bafa'ya gelir yıkanır ve göğe yükselirmiş.

Tabi Endymion'da her gece Selene'in gelip ışıklarla yıkanışını, izlermiş. Endymion bir süre sonra Selene'e aşık olmuş ve tabiki onun aşkı karşılıksız kalmamış. Selene de ona aşıkmış.

Ama her hikayede olduğu gibi ters gidecek bir şey lazım olduğu için bunda da olay, Tanrıların bu aşka kötü gözle bakmasıymış. Çünkü bilirsin Selene bir Tanrıça. Ah! Ne farkeder ki işte aşk, aşktır." Felix'in kaşları çatıldığında gülmeye başladım. O da bu durumu farkedip gülünce derin bir nefes alıp kendisini toparladı. "Özür dilerim, devam ediyorum."

"Özüre gerek yok, lütfen." Kafa sallayıp tekrar gülümseyerek kaldığı yerden devam etti.

"Tanrılar bu aşkı onaylamamış ve Endymion'a bir dilek hakkı sunmuş. Yoksa Selene'den vazgeçmesi gerekecek. Endymion'da bunun olmasını istemediğinden sevgilisi ile olan zamanları sonsuz kılabilmek için sonsuz bir uykuya dalmak istemiş. Zeus, çobanın bu isteğini kabul etmiş ve onu sonsuz uykuya yatırmış. Endymion, ne kadar uyku modunda olsa da hiçbir şey duymaz ve hissetmezmiş. O günden sonra tabiki Selene ondan ayrılmamış. Her gece çobanın yanına uğrayıp onu sevgisiyle sarmalamış ve ona öpücükler vermiş. O günden sonra Ay'ın, Latmos dağına aşkla dokunduğuna inanmışlar." Hikayeyi bitirip meraklı gözlerle bana döndüğünde yorum yapma vaktimin gelmiş olduğunu anladım.

"Endymion'un yaptığı şey ne kadar fedakarlık olsa da bu Selene için acı verici olmuş olmalı."

"Haklısın ama sonuç olarak ölü değil, uykuda. Bazı kaynaklarda Selene, Endymion'u öptüğünde ona güzel rüyalar gördürdüğüne inanıyorlar. Sonsuz aşka inanıyor musunuz Bay Hwang?" Işıldayan gözlerini gözlerime diktiğinde karşımdaki Felix olacaksa, aşkımı sonsuz kılacağımdan emindim.

"Bilmiyorum ama siz buna beni inandırıyorsunuz." Yüzünü alan hafif şaşkınlık ile kafasını çevirdi. Kulaklarının kızardığını gördüğümde gülümsedim. Yüzündeki minik gülümseme ile bana döndüğünde boğazını temizleyip istifini düzenledi.

"Ben sonsuz aşka inanmam. Aşkta hayat gibi limiti olan bir şey. Benim inandığım şey sevgi." Kafasını çevirip gelen trene baktığında arkamı dönmüş ve ayaklanması ile birlikte ayaklanmıştım.

Trene bindiğimizde hiç konuşmadık. Felix arada bana bakış atıyordu ve gözlerimiz karşılaşınca da geri cama dönüyordu. Trene bindiğimizden beri üstünde olan çekingenliğin farkındaydım ve bunun sebebini yine trenden inmeden önce elime bıraktığı yazıları ve minik not sayesinde anlamıştım.

'Bay Hwang, sizinle hiç susmadan ne kadar konuşabilsemde içimi okşayan bu his bazen insanı, iki kelimeyi yan yana getiremeyecek duruma sokuyor. Özellikle de siz bana öyle güzel bakarken. Gözlerinizden yansıyan ay, bu sefer Latmos dağını değil, beni sevgiyle okşadı. Sizi seviyorum Bay Hwang.'

•••

Çok uzun ama çok beğendiğim bir bölüm oldu
Bu kısa sürecek bir fic bu yüzden zaman atlaması yaptım ve çok fazla olay katmıyorum iki bölüm sonra final olacak zaten.

Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum💖
-Jedi

The Night We Met // HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin