🌕

1.4K 176 76
                                    


Hay aksi! Bankanın başka şubesine yerleştirdiklerinden ve bende bir türlü taşınacak cesareti gösteremediğimden her gün tren yolu çekiyordum resmen. Yetmezmiş gibi bugün ters bir şekilde treni de kaçırmıştım. Banklardan birisine oturdum. Saat de geçti. Gel de delirme.

"KAHRETSİN YA, YİNE Mİ?!" Yanıma yerleşen beden ile gözlerimi çevirdim. Asık suratı ile giden trene bakıyordu. Bana döndüğünde birden şaşkınlıkla ayağa kalktı. "Pardon ben dikkat etmemişim."

"Sorun yok oturabilirsiniz." Çekingen bir şekilde 'rahatsız olmayın' demişti ama ısrarım sonucu geri yanıma oturdu. İnsanlarla muhabbetim iyiydi ve bu kişide benim gibi treni kaçırdığı için belki vakit geçirebilirdik. "Sizde mi treni kaçırdınız?"

"Evet ya.. her gün bu şehre geldiğim yetmiyormuş gibi bir de her gün treni kaçırıyorum." Anlar bir şekilde başımı salladım. Demek her gün buradaydı. "Yoksa sizde mi kaçırdınız?" Kafa salladığımda gülümsedi. "Ne talihsizlik ama."

Kucağındaki dosyayı çantasına koymaya başladığında adamı süzdüm. Kahverengi ensesine kadar uzanan saçları ve parlak gözleri vardı. Gözlerinin etrafında bile olacak şekilde yanaklarında çilleri vardı. Çantasını kapatıp tekrar bana döndüğünde onu izlememden gerilip konuşmaya atıldı. "Ben Lee Felix." Elini uzattığında tuttum ve bende kendimi tanıştırdım.

"Hwang Hyunjin." Sallayıp elimi bıraktığında konuşmama devam ettim. "İşiniz mi burada?"

Kafa salladı. "Aslında tam iş denilemez. Ben yazarım. Daha doğrusu işte yazmaya çalışıyorum bir şeyler. Baktım Seul'de hiçbir yayınevine kitabı bastıramıyorum. Şansımı burada denemeye geldim. Açıkçası burada da bastıramayacak gibi duruyorum." Şakayla karışık anlattığında hem şaşırmış hemde üzülmüştüm. Açıkçası yazar biriyle hiç karşılaşmamıştım ve güncel bir yazar görmekte beni şaşırtmıştı.

"Ne yazıyorsunuz peki?"

"Felsefe üzerine yazıyorum. Sanırım bundan dolayıdır ki yayınevleri çıkartsalar bile kitabın tutmayacağını söylüyorlar. Bir adam 'boşver bunları edebiyat yap, modern çağda aşk meşk kitapları moda' dedi ama anlamıyorum kitaptan anlamayan insanlar nasıl bu işlerin başına geçebiliyor?! Türk bir yazar olan Oğuz Atay şöyle demiş; Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleği yapmamalı çünkü kitaplar ve çiçekler özel itina istiyen varlıklardır." Kaşları çatılırken bende gülümsedim. Açıkçası kitaplarla aram yoktu. En son sanırım ortaokulda zorla okumuştum. Şimdi kalkıp yok artık canım, demeyin. Gerçekten bizim gibi insanlarda vardı hayatta.

"Umarım bir gün başarırsınız." Bana bakıp kısa bir gülüş bıraktı.

"Umarım o gün biraz erken gelir." Arkaya yaslanıp ellerini ovuşturmaya başladı. "Siz galiba iş için buradasınız?"

Kafa salladım. "Bankacıyım ve şube değişince mecbur kaldım."

"Şu yol çekilir mi canım, taşınsaydınız keşke." Haklıydı ama hiçbir zaman uğraşacak vakit bulamıyordum. Hiçbir şey için uğraşacak vaktim yoktu daha doğrusu. Ellerini hala ovuşturup ısıtmaya çalıştığını farkettim. Aralıkta olduğumuz için olmalı, hava buz gibiydi. Elimdeki eldivenlerden bir tanesini çıkarıp uzattım. "Çok naziksiniz Bay Hwang ama mahcup olurum. Teşekkür ederim."

Kocaman gülümsemesi ile reddettiğinde bende ısrar etmiştim. Bu adam her şeyi ısrarla yapıyordu resmen..
eldiveni alıp sağ eline takarken tekrardan teşekkür etti.

"Soğuğu hiç sevmem, kör bıçak gibidir. Kesmez ama size baskı uyguladıkça canınız acır. Bu soğuk rüzgarlar bana, aynı bunu hatırlatıyor." Gerçekten mesleğini de konuşma şekline yansıtmış bir insandı. Telaffuzu bile güzeldi ve bu zamanda düzgünce Korece konuşan bir insan kalmamıştı. Şahsen ben, ağzım yamukmuş gibi konuşuyordum.

"Peki geçinebilmek için ne yapıyorsunuz?" Diliyle dudaklarını ıslatırken gözlerini de büyültmüştü ve düşünmeye başlamıştı. (Arkadaşlar Felixin bu görünümünü hepimiz biliyoruz hatta bunu yaptıktan sonra aaa diyip lafa başlıyor falan yicem)

"Gündüzleri bir kafedeyim. Akşamları ise buraya geliyorum ve böyle geç saatlerde dönmek zorunda kalıyorum." Ne değişikti. Bir kere treni kaçırmıştım ve her zaman treni kaçıran bu adama denk gelmiştim. Belki kaçırmasam yine onunla karşılaşamayacaktım ama nedense bu adamı tanımayı istiyordum. İçim ısınıyordu, ona karşı.

"Sizin için zor olmalı." Kafa sallayıp dudak büzdü.

"Hemde nasıl?! Ama bir yazar olarak en yegâne arzum, kitabımı basabilmek. Bu yüzden gün içinde ne kadar isyan etsemde gece eve girdiğimde bir şeyler yapabildiğim için vicdanımı rahatlatıyorum." İstikrarı karşısında gülümsedim. Epey bir süredir uğraşmışa benziyordu. Onun yerinde olsam kesinlikle böyle bir istikrara sahip olamazdım. Ben bir şey üzerinde uğraşmayı sevmiyordum. Belki de bundan hayatın beni sürüklediği bu mesleği seçtim. Felix'in bana, ileri zamanlardaki deyimiyle bir makine olmayı seçmiştim.

•••

Felix yaklaşık bir saat boyunca kitabının içeriğinden ve taslaktaki çalışmalarından bahsetmişti. Bende onu dinlemiştim. Çünkü anlatacak bir şeyim yoktu. Felix, bu acele hayatında bile; sanat günlüğü için yeşillik gördüğü yerde, farketmeksizin çiçek bile toplayan bir insandı. Ben ise ertesi günü, bugünün dejavusu olan günler yaşayan bir insandım. Bu yüzden onu sadece dinleyebilirdim.

Trenin yaklaştığını gördüğümüzde Felix heyecanla yerinden kalktı. Bende onunla doğrulduğumda perona yaklaşmasını bekledik. Gözlerimden uyku süzüldüğü için bir esneme bıraktığımda Felix bana döndü. "Çok geç oldu değil mi?" Kafa salladım. Gözlerimi kapatıp yorgunluğumu belli ederken güldü ve konuşarak kolumdan çekiştirdi.

"Trende uyursunuz Bay Hwang. Hadi gidelim." İçeri bindiğimizde aynı kabine karşılıklı oturmuştuk. Hala elinde verdiğim eldiven vardı. Baktığımı farkedince hızla elini atıp çıkarmaya yeltendi. "Üzgünüm aklımdan çıkmış." Elimi soğuk eline attığımda durup bana baktı. İçten olmasını umduğum bir gülümsemeyle konuştum.

"Bunu, geçen bir saatinize eşlik eden bir dost hediyesi olarak kabul edin." Şaşkınlıkla yüzüme bakarken yanakları da kızarmıştı.

"Teşekkür ederim." Dedi sessizce. Sonra bileğinde duran eldivensiz elime baktı. "Eliniz nasılda sıcak.." dediği şeyle gülümsedim. Sonra elimi geri çekip oturdum. O da cama dönüp henüz kalkmamış trenden dışarıya baktığında kafamı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım.

Ne zaman istasyona geldim bilmiyordum ama uyarı ile gözlerimi açmak zorunda kaldım. Bakındığımda Felix gitmişti. Benden önce mi inmişti? Ona veda edemediğim için kendimi üzgün hissediyordum. Bir daha belki hiç görüşemeyecektik. Telefonunu bile almayı akıl edememiştim. Sıcak olduğu için çıkardığım paltomu kavradığımda üzerinde olan not kağıdını gördüm.

'Bay Hwang,
Eldiveniniz için teşekkür ederim. Sizinle kısa bir hasbihalimiz olsa da gayet keyif aldım. Umarım bir gün tekrar karşılaşırız. Sizi tanıdığıma sevindim.'

Son cümlesi ile gülümserken hala elimdeki kağıda bakıyordum. Ta ki istasyonda inmeyi unutana kadar..

•••

Umarım beğenirsiniz çok gerildim🥺
Yorum yapmayı unutmayın.
-Jedi

The Night We Met // HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin