Tatlı ve nazikçe esen bahar rüzgârı, kışın İstanbul üzerindeki etkisini gidermek için bir sevgili misali şefkatle dolanıyordu. Sert geçen kışın etkisi hemen hemen bittiği için bütün dükkân sahipleri kepenklerini kaldırmış, akınları başlamış olan turist kafilelerini bekliyordu. Eminönü işte, her çeşit dükkân ve çarşı vardı. Baharın gelmesine herkesten çok sevinen, yirmili yaşlarında, ömrünün de henüz baharında olan genç bir adam yaşardı bu meşhur Eminönü'nde. Fırçası o kadar kuvvetliydi ki -abartmak gibi olmasın- bir oturuşta sizin elinize ayna vermiş misali suretinizi çizebilirdi. Her şeyden, herkesten çok; tuvallerine, fırçalarına ve boyalarına aşıktı. Tek kötü yanı insanların onu 'baba parası yiyor' şeklinde nitelendirmesiydi. Haliyle Türkiye'de sanatçı olmak bir hayli zordu. Genç adam da tablolarına pek fazla müşteri bulamadığı için hâlen ailesinin verdikleriyle geçinmek durumundaydı.
Genç adam, her baharın gelişinde yaptığı gibi evden çıktı; hevesle malzemelerini aldığı dükkâna gitti. Yarısı cam yarısı tahta olan kapıyı içindeki heyecana rağmen yavaşça açtı ve içeriye girdi. Raflardan uzun süredir -sert geçen kış yüzünden- ayrı kaldığı boya malzemelerini ve kolunun altına sıkıştırdığı birkaç tuvali alarak kasaya doğru gitti. Malzemelerini bıraktı ve ödeme yapmak için kafasını kaldırdı. Gözlerinin üstüne perçem perçem düşmüş turuncu saçlarının ardından ona şaşkınlıkla bakan bir çift ela göz gördü. Genç adam kızı garipsedi. Çünkü karşında her zamanki Göçmen Necdet'i görmeyi bekliyordu. Genç adam boğazını temizleyerek "Siz yenisiniz galiba?" dedi. Kız aniden irkilerek "Aslında Necdet benim babam olur. Kendisini bir ay önce kaybettik." Genç adam kızın yaka kartında yazan ismi okudu ve ardından kızın matemli gözlerine baktı "Başınız sağ olsun Sümbül Hanım. Sizin için zor bir durum olmalı." Genç kız kafasını sallayarak geçiştirdi. Genç adam parayı uzattı ve iyi günler dileyip kapıya doğru yürüdü. Tam o sırada "Peki sizin adınız nedir?" hafifçe gülümseyerek arkasını döndü genç adam "Atilla, benim adım Atilla." Dedi ve dükkândan çıktı.
Eve vardığında Atilla'nın aklından o derin ela gözler çıkamıyordu. Kafasını dağıtmak için balkonuna çıktı, boyalarını sınıflandırdı, kitaplarını alfabetik sıraya koydu... Günler birbirini hatta aradan haftalar geçti ama Atilla, Sümbül'ün gözlerini unutamıyordu. Bu süre zarfında boya almak bahanesiyle birkaç kez dükkâna da uğraşmıştı. Sonunda yeniden dükkâna gidip Sümbül'ün güzel gözlerine bakma kararı aldı.
Dükkâna vardığında onu ilk olarak yoğun bir sümbül kokusu karşıladı. Atilla, sümbül kokusunu derin derin içine çekti ve kasaya doğru baktı. Sümbül'ü yerinde göremedi. Genç adamın bedenini bir telaş ele geçirdi. "Ya gittiyse ya onu bir daha göremezsem?" rafların arasına daldı. Son rafa geldiğinde Sümbül'ü raflara bir şeyler yerleştirirken görünce içindeki yangına su serpildi sanki. Genç kızı kendine çevirdi ve o heyecanla ona sarıldı. Genç kızın elindeki cam tüplü boyalar yere düştü ve parçalanma sesi duvarlar ile raflar arasında yankılandı.
Sümbül'ün boşta kalan elleri tereddütle genç adamın incecik beline dolandı ve bir süre öyle kaldılar. Atilla kendine gelip elektrik çarpmış misali genç kızın bedeninden kollarını çekti ve belki de son kez genç kızın derin, kırık, kederli ela gözlerine baktı. "Özür dilerim." Ve Atilla, Sümbül'ün yere düşen küçücük bedenini umursamadan geldiği gibi kapıyı arkasından kapatıp evine doğru koştu. O, aşka hazır değildi. Onun tek aşkı çizimleri olmalıydı.
Günlerce evden çıkmadı Atilla, adeta yıkılmış gibiydi. Her şeyi boşlamıştı. Sulamadığı için boynu bükülüp kuru yapraklarını yere döken çiçekleri evin kasvetli bir hava katmıştı. Durdu ve uzun uzun, tekrar tekrar düşündü. Yine onun karşısına çıkma kararı aldı. Sakallarını kesti, güzel kokular sıktı. Artık beyefendi denebilecek bir görünüme kavuşmuştu.
Evinden çıktı ve alt komşusunun bahçesinden bir sümbül kopardı. Kalbi yerinde durmak istemeksizin hızlıca çarpıyordu. Birkaç adımdan sonra dükkânın önüne geldi ve durdu. Önce elindeki sümbül düştü, ardından kendi dizlerinin üstüne çöktü. Dükkânın genişçe camına asılmış kocaman 'el değiştirdi' yazısı içini dağladı. Burnu sızladı, gözü doldu ama yine de ayağa kalktı ve yürüdü. Sadece yürüdü.
Aradan yıllar geçti fakat Atilla'nın acısı yine de geçmedi Sümbül'ün gidişi taze acısıyla dün gibi dizinin dibinden ayrılmıyordu. Artık resmi bırakmıştı, tövbe etmişti boyalara. Tek aşkının resim olmadığını geç ve güç anlamıştı. Fakat artık iş işten geçmişti. Onun hayatı Sümbül'den sonra siyah beyaz olmuştu. Ebedi ve en yoğun tonda siyah beyaz.
(2018)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lafügüzaf
General Fictionİnsanlar geldi, insanlar gitti. Zaman geçti, mevsimler değişti. Kalemler değişmiş kağıtların üzerinde inatla dans etti. Ve ben canımı yaktığınız kadar yazmayı denedim.