-BÖLÜM 1-
Defne'nin ağzından;
Sabah uyandığımda gördüğüm ilk şey Taha'nın kolları oldu. En son dün beni teselli etmeye, Alp'i bana kötülemeye çalışıyorudu. Ve başarmıştı. İçimde artık Alp'e karşı hiçbirşey yoktu ama onun yokluğu üzülmeme neden oluyordu. Bu aşk değil, alışkanlıktı. Onu düşünmek yaşadığım diğer kötü şeyleri bir süre unutmamı sağlıyordu. Fakat artık Alp yanımda olmadığı için onu düşünmek istemiyordum. Ve onu unutmamı ancak Taha ve Cenk sağlayabilirdi. Tabii bir de Doruk vardı. Çok yakın arkadaş olmasak da beni güldürebiliyordu, ve iyi anlaşıyorduk. Bütün düşündüğüm şeyleri aklımdan atarak, yeni bir günün yeni bir başlangıç olmasını dileyerek, uyandırmaya kıyamadığımdan ve saat daha erken olduğundan Taha'yı uyandırmamak için yavaş hareketlerle kollarından ayrılıp, dizinden kalktım. Evin içinde yavaş hareketlerle yürüyerek aşağı kata indim ve pekte umursamadığım evin çalışanlarını gördüm. "Günaydın Defne hanım." Yüzlerindeki yapmacık gülümseden hoşnut olmasam da aynı şekilde karşılık vererek "Günaydın. Kahvaltı hazır mı?" dedim. "Genellikle bu saatte uyanmadığınız için henüz hazır değil. Hemen hazırlayalım Defne hanım." Bugün —ne kadar kötü olursa olsun- kahvaltıyı ben hazırlamak istiyordum. "Hayır, bugün ben hazırlayacağım siz mutfaktan çıkın." İsteğim üzerine mutfak boşaltılmıştı. Daha sonra mutfağa girdim ve buzdolabına yönelerek kahvaltı için malzemeleri çıkarıp bahçedeki masaya dizdim. Taha için güzel bir salata hazırlamak istiyordum. Salata için gerekli malzemeleri de çıkartarak güçlüklerle —beceriksiz olduğum doğrudur- salatayı hazırlayarak masaya yerleştirdim. Geriye kalan her şeyi hazırlayıp hızlı adımlarla yukarı, odama çıktım. Taha hala uyuyordu ve bütün gece benimle ilgilendiği için oldukça yorgun görünüyordu. Ona yaklaşarak yavaşça omzuna dokundum ve "Taha uyan. Kahvaltı hazır." diye fısıldadım. Yavaş hareketlerle olduğu yerde doğruldu ve "Günaydın fıstık. Daha iyi misin?" dediğinde elimi havaya kaldırarak "Her şeye yeniden başlıyorum. Bundan sonra üzülmek yok!" dedim sırıtarak. Dediklerimin gerçek olacağından şüpheliydim aslında. Arkama dönerek birkaç adım attım ve kapıya yöneldim. Kapını kolunu tuttuğumda "Hadi seni uykucu, kalk ve yüzünü yıka. Bahçede bekliyorum. Kendi ellerimle hazırladım ona göre!" ve ardından göz kırparak odadan çıktım. Bahçede kahvaltı masasında oturup onu bekledim. Geldiğinde "Oo Defne'den beklenmeyen hareketler. Zehir mi var bunda? Önce sen ye" dediğinde aslında ona hak vermiştim. Ben ve yemek hazırlamak ha?! Yine de ona inadımdan gözlerimi kısarak ona baktım ve "Zehir bulamadım, bugün planımı gerçekleştiremeyeceğim." dedim ve ardından çarpık bir gülümseme sergiledi. Bu gülümsemeden sonra yemeye başladık. Yemek boyunca konuşmamıştık. Biz hala masadayken zilin çaldığını duymamıştık. Hizmetlilerden biri bahçe kapısında belirdi ve bize doğru yöneldi. Birkaç adımdan sonra yanımıza ulaştı ve "Defne hanım Cenk bey buradalar." dedi. Olumlu anlamda başımı salladığımda tekrar içeri girdi ve birkaç saniye sonra Cenk bahçeye çıktı. "Günaydın. Defne nasılsın güzelim? Problem var dediler koştum geldim." Taha'ya göz kırptığını fark
etmiştim. Önce Taha'ya sonra Cenk'e bakarak "Ben iyiyim. Yanlış insanlar için üzülmek yok beyler!" Gerçekten, bundan sonra kendimi üzmek istemiyordum. Zaten onlar yanımdayken pek üzüldüğümü söyleyemem. Benim onlar dışında bir ailem vardı elbette. Fakat bırak dertleşmeyi, aynı evde yaşamamıza rağmen neredeyse aylardır selamlaşmıyorduk bile. Aslında onları sadece ben okula onlar da şirkete giderken görüyordum. Onun dışında çalışma odalarından çıkmıyorlardı bile. Ne harika ama (!) Artık onları sabah da göremiyordum. Yaz tatilindeydik. Neyse ki onları 2 gün sonra görebilecektim. Ben tüm bunları düşünürken Taha'nın uzun zamandır bana seslendiğini fark ettim. Adımı bir kez daha ama biraz daha yüksek seste duyunca irkildim. "Defne diyorum? İyi misin?" Taha'nın tedirgin olduğunu fark ettiğimde 'iyiyim' anlamında kafamı salladım ve zoraki bir gülümseme sergiledim. "İyiyim, bir şeyler düşünüyordum." dediğimde sorusunu tekrarlayarak "Kafeye gidelim diyorum. Kafa dağıtırız. Ne dersin?" Kafeye gitmek istiyordum. Her ne kadar yorgun olsam da -3 saat uyuduğumdan olsa gerek- orada ilginç bir şekilde mutlu oluyordum. Biraz yüksek sesle olduğunu düşündüğüm bir şekilde "2 dakika beyler, hazırlanıyorum." Dedim ve hızlı adımlarla odama çıkıp dolaptan rast gele elime aldığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Dediğim gibi 2 dakikada hazırlanmıştım. Aşağı indiğimde kapıdan çıktık ve arabaya yöneldik. Yol boyunca konuşmamıştık. Zaten evim ve kafe arası yalnızca birkaç dakikaydı. Kafeye girer girmez neşeyle ve hızlı adımlarla bize doğru gelen Doruk'u gördüm. Bu çocuk hep mi mutlu olurdu arkadaş? Hiç mi somurtmazdı? Bize doğru yaklaşınca hepimize selam verip Taha ve Cenk ile tokalaştı. O sırada gözüme masalardan birinde oturan bir çocuk ve bir kız takıldı. Onları daha önce okulda ya da kafede görmediğime kalıbımı basabilirdim! Ve bu kafede bizim çevremiz dışında kimse olmazdı (?) Yavaş adımlarla onlara ilerleyip masaya yaklaşınca bana sırtını dönük olan çocuğun omzunu tutup bana bakmasını sağladım. "Selam. Ben Defne. Buralarda yeni misiniz? Sizi daha önce gördüğümü sanmıyorum." dedim. Ah! Bu ne saçma bir girişti böyle? Merakıma tüküreyim! O sırada çocuğun bana dik dik baktığını fark edince yumuşaması için şirin olduğunu düşündüğüm 3 numaralı bakışı attım. Çocuk bana aldırmayıp önüne döndü ve elindeki tosttan bir ısırık daha aldı. Egoist şey. İnsan bir 'selam' deyip geçiştirirdi en azından. Zaten ben niye bu masaya geldim ki? Bir an ikisinin birden kalkıp beni döveceğini felan düşünsem de masadaki oldukça masum, ve bizim yaşlarımızda görünen kız beni şaşırtarak sevecen bir şekilde " Merhaba, ben Masal. Evet buralarda yeniyiz.Ve bu da ağabeyim Batu." dedi. Taha, Cenk ve Doruk'un bakışlarını sırtımda hissediyordum. Arkama döndüm ve "Hey millet! Gelin de Masal ve Batu ile tanışın." Dedim ve bize doğru koşar adımlarla geldiler. Belki de — o egoist pisliğe rağmen- bizden biri olabilirlerdi...
Masal'ın ağzından;
Daha fazla ağlamamak için hızlıca arabaya bindim.Ağlamaktan gözlerim kan çanağına dönmüştü. Benden sonra Batuhan arabaya bindi o benim gibi ağlamasada üzülüyordu.Biliyorum çünkü aslında anlamak çok zor değildi. Her zaman benimle uğraşan Batu, şimdi sessizce oturuyordu. Annemde binince babam arabayı çalıştırdı. Arabada sadece hıçkırıklarım duyuluyordu. Onun dışında ses yoktu. Babam beni biraz neşelendirmek için asla yapmayacağı birşey yaptı ve 5 Seconds Of Summer- Good Girl açtı. Ama fazla bir işe yaramadı. Biraz dışarıyı izledikten sonra kendimi uykunun kollarına bıraktım.
-
Uyandığımda Batu'nun dizinde yatıyordum. Hafif doğruldum. Annem babama "Neredeyiz aşkım?" dedi ve ben babamın verdiği cevapla resmen yıkıldım. "Konya yolunda." Biz babama uzaylı görmüş gibi bakarken "Şaka şaka. Yarım saate oradayız." dedi. O kadar uyumuş muydum ya?
Babam arabayı durdurunca geldiğimizi anladım. 3 katlı, şirin, mavi bir evdi. Yoğun isteğim üzerine evimizin içi, dışı, mobilyaları, kısaca her şeyi mavi tonları ve beyazdan oluşuyordu. Annem kapıyı açtı ve içeri girdik. Girişten direk salona çıkılıyordu. Salonda beyaz koltuklar ve üzerinde mavinin tonlarında küçüklü büyüklü yastıklar vardı. Koltukların önünde beyaz bir sehpa vardı. Onun hemen karşısında yine beyaz bir televizyon ünitesi ve yerde de beyazın üstünde mavi ve tonlarında kavisli çizgiler vardı. Salonun hemen sağ tarafından cam ile ayrılmış amerikan mutfak vardı. Mutfaktaki eşyalarda mavi ve beyazdı. Mutfağın ortasında beyaz mermerden oluşan bir masa kenarında da mavi bar sandalyeleri vardı. Mutfak mermeri de masanın mermeriyle aynıydı. Üstünde de baharatlıklar filan vardı. Salondaki merdivenlerden yukarı çıktım. Bu katta annemlerin odası, ebeveyn banyosu,normal banyo ve iki tane de misafir odası vardı. Misafir odalarının ikisi de aynı tipteydi. Annemlerin odası tamamen beyazdı. Bir kat daha çıkıp ağabeyimin, benim odamın, müzik odasının, iki de banyonun olduğu kata geldim. Niye üç banyo var derseniz; İzmir'deki banyo kavgalarımızdan sonra annemler bıktığı için bütün odaları banyolu ayarlamıştı. Odama girdim. Odamda büyük beyaz bir kitaplık, onun hemen önünde mavi, tekli iki koltuk, onun yanında beyaz bir çalışma masası, onun ilerisinde bir makyaj masası, onun da çaprazında büyük mavi bir yatak, yatağın yanında büyük beyaz bir giysi dolabı, ve onun yanında da makyaj masası vardı. Odadan çıkıp müzik odasına girdim. Kapıyı açtıktan sonra hemen solda bir piyano vardı. Zaten onu gördükten sonra diğerlerini umursamadım. Oturdum ve çalmaya başladım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİL BAŞTAN
Teen FictionGökkuşağı görünen insanlar aslında siyahsa? Defne: On altı yaşında, dışarıdan çok mutlu görünen ama kendi içinde çok acı çeken, yine de güçlü olmayı başarabilen, iyi niyetli, insanları mutlu edip, onların mutluluğu için kendinden bile vazgeçen, tüm...