'Zorunluluk'

210 4 0
                                    

1/2

Defne'nin ağzından:

Bu sabah, pardon, bu gece yarısı uyanmama neden olan şey aklımdaki tüm düşüncelerdi. Dün erkenden yattığım için uyanmış olabilirim belki de. Bilmiyorum, ama yine de aklımda bir sürü düşünce vardı. Düşüncelerin birazı okulda düzenleyeceğim sürpriz parti ile, geri kalan çoğunluk ise hayatım ve yaşadıklarım ile ilgili. Şimdi belki 'Senin hayatında kötü bir şey yok' diyeceksiniz. Ama işin dışarıdan görünüşü öyle. Derinlere inince hayatımın pek de parlak olmadığı göreceksiniz. Mesela; evet, benim bir ailem var. Hatta aynı evde yaşıyoruz fakat ben onlar için görünmezim. Şöyle ki, annem ve babam işlerine çok bağlılar. Evden işe, işten eve. Bu da yetmezmiş gibi eve iş getiriyorlar. Birbirlerinin yüzlerini de pek görmüyorlar, ikisi de çalışma odasından çıkmıyor neredeyse. Tabii tek nedenleri bu değil, onlar benim yaşımdayken ailelerinden ilgi görmemişler, her şeyi kendileri yapmışlar. Babam, belli bir yaştan sonra benim gibi evde görünmez olmuş ve kendi başının çaresine bakmayı çok küçük yaşta öğrenmiş. Annem de varlıklı bir aileden geldiği için onun ebeveynleri de aynı kafadaymış. Kendi yaşadıklarını bana yansıtmalarının nedeni, kendi başımın çaresine bakıp, kimseye muhtaç olmamayı öğrenmemmiş. Bunları nereden bildiğimi sorarsanız, bunların hiçbirini karşıma oturup anlatmadılar. Küçükken benimle ilgilenen ve çok sevdiğim bakıcıma bunları anlattırdılar. Hala her cümlesi aklımda.. Şimdi gelelim en büyük destekçilerim olan arkadaşlarıma. Taha, ben kendimi bildim bileli benim yanımda. Ailelerimiz iş hayatından çok çok eski dostlar. Biz de küçüklüğümüzden beri arkadaşız. İlkokulda aynı sınıfa geçmemiz ile daha da yakın olduk.Cenk ile ortaokulda bizim okulumuza geldiğinde tanıştık. O gün bu gündür yakın arkadaşız. Çisem ile de ilkokuldan arkadaşız. Bu döneme kadar hep aynı sınıfta olduk. Son olarak Doruk. Onunla tanışalı yaklaşık 2 yıl oldu. Ortak bir tanıdığımız sayesinde tanıştık. Çok yakın olmasak da iyi anlaşırız. İşte bu dörtlü, beni hayata bağlayanlar, ailem, dostlarım, sahip olduğum değerli şeyler. Bir de Masal ile Batuhan var. Masalları neredeyse hiç tanımam, ama iyi insanlar olduklarını biliyorum. O yüzden onları aramıza aldık zaten. Batuhan'ı anlatma gereği pek duymuyorum, aramız meçhul. Neden bu kadar sert biri? Neden insanlara karşı soğuk? Acaba hiç aşık oldu mu? Birilerine gerçekten sıcakkanlı davrandı mı? Onun hakkında öğrenmek istediğim şeylerin başında bu sorular geliyor. Bence bu soruların cevaplarının ardında, gerçekten çok büyük bir neden var. Yoksa hiç tanımadan bana neden soğuk davransın ki? Belki, öyle davranılması gereken bir insanımdır? Bunları bir gün ona sormayı umut ediyorum. İşte böyle. Ben dışarıda gülüyorum, eğleniyorum falan, ama benim de 'iyiyim' kelimemin arkasında bir çok kötülük var. Çünkü kötü olmak için çok nedenim var. Ve bu nedenlerden kaçış yolum gülümsemek. Sahte bir gülümseme. Bir de unutmadan, Alp var. O benim için çok özel bir insandı. Ta ki beni bırakıp gidene kadar. O verdiği sözleri tutardı. O güne kadar. O gün bana verdiği sözü tutmamıştı. "Seni bırakmayacağım. Sen iyi ol diye, hep burada olacağım." İşte bu söz hiç gerçek olmamıştı. Ben ona güvenip, beni iyi biri yapabileceğine inanmıştım. O hiçbir şeyi tamamlayamadı, her şeyi yarım bırakıp gitti. Hayır, git, ama madem gidecektin neden söz verdin ki? Neden sana güvenmeme izin verdin? Şimdi, onu hiç tanımamayı dilerdim. Ben karanlıktım, onun beni aydınlatabileceğine inanmıştım. O ise beni daha çok karanlığa itmeyi tercih etti. Her tercih bir vazgeçiştir demişlerdi, Alp de benden vazgeçip, karanlığa hapsetmeyi tercih etti. Ben artık hayatıma yeni insanları kolay kolay almak istemiyorum. Onlara güvenmek istemiyorum. Artık herkes beni iyice karanlığa itecek gibi geliyor. İşte ben, bunca şeye rağmen gülümsüyorum. Yapabilecek başka bir şeyim yok -Hala aptal gibi insanlara güvenmek dışında-. Herkesin iyi biri olduğunu sanıyorum. Aslında her karanlık insanın içinde bir aydınlık vardır. Ben buna inanıyorum, buna inanmak istiyorum...

-

Gecenin bir yarısı uyanıp tüm bunları düşündükten sonra zihnimi biraz da parti planı ile meşgul ettim. Daha sonra, enerjim sabah lazım olacağından kendimi uyumaya zorladım.

Sabah yine erken kalktım. Okula giderken altıma bir şort, üzerine de baskılı bir t-shirt giydim. Yanıma da okul çıkışı partide giyeceğim uzun, düz siyah elbisemi ve topuklu ayakkabımı aldım. Elbiseyi şoföre verdikten sonra arabaya geçip kızları ve bana yardım edecek öğrencileri aradım. Okula geldiğimde saat daha erken olmasına rağmen hızlı hareketlerle konferans salonuna çıktım.

Okulda bana eşyaları taşımakta yardımcı olacak yaklaşık 5-10 kişi vardı. Onun dışında Masal, Çisem, Nehir ve Batu vardı. Batu'nun neden geldiği hakkında bir fikrim yoktu. Çağırmamıştım da? Ah, Masal! Benim onlara yaptığım gıcıklıkların altında kalmamak için bana inadından Batu'yu çağırmıştı kesin. Benden çekeceği var.. Batuhan'ın o ifadesiz suratını gördükçe ben de geriliyordum. Acaba Batuhan partiye kiminle gelecekti? Bu soruyu es geçerek onlara yaklaşıp "Günaydın! Başlayalım mı?" diye sordum hepsi kafasını bana çevirdi -Batu dışında.- "Günaydın. Nereden başlayalım?" diyerek Masal hazır olduğunu belli etti ve oldukça enerjik görünüyordu. Sorusunu cevaplayıp "Biz süslemeleri yapalım. Eşyaları erkekler taşıyacak." dedim. Çisem ve Nehir'e baktım ,"Kızlar ben izinliyim derslere girmiyorum siz de erkekleri oyalamakla görevlisiniz. Beni idare edin birde burayı görmemelerini sağlayın." dediğimde ikisi de kendini FBI ajanı sanmış gibi bir havaya girdi. Ellerini asker selamlaması gibi alnına doğru tutup geri çektiler ve sırıttılar. Daha sonra kantinde bıraktıkları renkli kartonların yanına gittik, hepimiz elimize birkaç tane alıp slogan gibi cümleler yazdık ve süsledik. Onlar bu işe devam ederken ben elime telefonumu alıp kimsenin olmadığı sessiz bir yere gidip Antalya'daki pizzacı şubelerinden birinin numarasını çevirdim. Tabii ki de parti için kokteyl gibi normal şeyler sipariş etmemi beklemiyordunuz değil mi? Yaklaşık 50-60 kişi için pizza nasıl söylenir bilmiyorum ama bir şekilde halletmem gerekiyordu. Müdüre bu plandan bahsetmemiştim ve büyük ihtimalle bunu acayip karşılardı. Daha sonra aramayı yaparak hepimize yetecek miktarda pizza yanına da kola söyledim. Herkesin pizza sevdiğinden emin olamasam da sipariş ettim çünkü olaya farkımı dahil etmezsem olmazdı.

-

Çıkış saati gelip çattığında bahçedeki şoförden kıyafetlerimi aldım ve hızlı adımlarda soyunma odalarına girdim. Giyindikten sonra Nehir'i aradım ve artık gelebileceklerini söyledim. Ne ara hazırlandıkları hakkında bir fikrim olmasa da hepsi çok güzel görünüyordu. Çocukların eve gittiklerinden emin olduktan bir yarım saat sonra kızlara onları çağırmalarını söyledim. Nehir Cenk'i, Çisem Taha'yı, Masal da Doruk'u aradı. Ben de takımdaki diğer çocukları aramak zorunda kaldım. Çocuklar birbirlerinden habersiz bahçede beklerken birisi aşağı inip herkesi topladı ve yukarı çıkardı. Çocuklar konferans salonundan girer girmez alkışlar yükseldi ve çok güzel bir ortam oluştu. Biraz sohbet ettik, takım kaptanı konuşma yaptı ve pizzalarımızı yedik. Çocuklar bize teşekkür ettiler filan. Daha sonra bulunduğumuz ortam yumuşadı ve slow müzikler çalmaya başladı. Ve ilk defa 'GERÇEKTEN' bu benim işim değil. Bu sefer ben bir şey yapmadım. Eşleşmesi gereken kişiler birbirlerini doğru olarak buldu. Ben bir köşede usulca otururken, asla olmaz diye düşündüğüm bir şey oldu. Batuhan bana doğru geldi, elini uzattı, ve "Dans edicez." dedi. "Ben edebiliriz demedim." diyerek dik dik ona baktığımda anında "Bunun bir soru olmadığını anlamadın herhalde. Edelim mi demedim. İstesen de istemesende ediceksin." cümlenin başında 'beklemediğim' dedim ya, kesinlikle bekliyordum! Böyle cümle kurması pek şaşırtıcı değil, beklenmeyecek bir şey de değil hani! Gözlerimi ondan çekerek "İstemediğimi söyledim. Başkasını bul." her ne kadar korksam da bu sefer ona yüz vermeyecektim. "Ben istediğim sürece senin fikrinin bir önemi yok. Dans etmek seçeneğin değil zorunluluğun şu an. Ben istiyorum." Baktım adrenalin, korku, telaş ve Batuhan'ın şizofren olma ihtimali yükseliyor, hızla olduğum yerden kalktım ve ellerimi boynuna doladım fakat tabii ki dik başlılığımdan taviz vermemek adına, istemediğimi (?) belirtmek için gözlerimi devirdim. Elleri sıkı bir şekilde belimi sarınca korkum geçecek gibi oldu fakat biraz fazla sıkınca daha da yükseldi içimdeki korku. Belli etmeyerek sorunlu gibi dans etmeye devam ettim. Çünkü bu konuda da çoğu konuda olduğum gibi berbattım neredeyse. Bu arada, parfüm kokusu, bir harika.. Bir kaç dakika, yaklaşık on dakika dans ettikten sonra bu saçma salak şeyi düşünmeyi kesmemi Batuhan'ın ellerini belimden çekmesi oldu. Beni bırakıp, tekrar benden uzaktaki sandalyesine oturunca bende yerime geçtim daha sonra, parti boyunca okuldan birkaç kişiyle sohbet ettim. Kişi sayısı azalınca bizde müdürle birlikte çıktık. Taha, beni ve Çisem'i evlerimize bıraktı. Eve girer girmez bugün olanlarla aklımı meşgul etmek yerine uyumayı tercih ettim..

SİL BAŞTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin