-BÖLÜM 4-
Defne’nin ağzından:
Bu sabah uyanmama neden olan şey Graham Bell denen adamın icat ettiği lüzumsuz şey idi. Sıcacık yatağımdan kalkmak istemiyordum. Kimse istemiyordu. Her şey okul neden beton yığınının suçuydu. Ne diye sabahın 8:30 unda uyanıyorduk ki? Bu zaten benim için en büyük eziyetti. İçimden uyanmama neden olan tüm şeylere beddua okurken sinirle yatağımda doğrulup ve elime o aptal telefonu alıp alarmı susturdum. Hala bela okurken yataktan kalkıp ev ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ayaklarımı yere sürterek odadaki banyoya yöneldim. Buz gibi suyun yüzüme çarpaması ve irkilmem bir oldu. Daha sonra banyodan ayrılıp, odamdan çıktım ve giyinme odasına yöneldim. Aşağıdan annemin sesinin geldiğini duydum. “Hayatım ben çıkıyorum!” diye bağırdı babama. En son, yaklaşık bir hafta önce hizmetlilerden birine bağırırken duymuştum sesini. Durup onu dinledikten sonra giyinme odasına girdim ve odadaki büyük dolaptan siyah bir pantolon, üstüne yine siyah Artic Monkeys baskılı t-shirt seçip üzerime giydim. Ardından yandaki ayakkabı dolabına yönelip siyah spor ayakkabılarımı aldım ve ayağıma geçirdim. Giyindikten sonra kendi odama geçtim. Sandalyeme oturup makyaj masasının üzerinde duran göz kalemleri ve eyeliner ile hafif (?) bir göz makyajı yaptım. Yerimden kalkıp Yaklaşık 3 aydır kapının arkasında duran deri okul çantamı elime aldım. Odamdan çıkıp, merdivenlere yönelirken cebimden telefonumu çıkarıp rehbere girip Taha’yı buldum. İlk aradığımda telefonu açmamıştı. Tekrar aradığımda fazla bekletmeden açtı. “Günaydın güzellik. Neredesin, geldin mi okula?” dedi. Beni almayı unutmuştu. Gözlerimi kısıp “Beni bugün sen almayacak mıydın?” diye sorduğumda unuttuğunu belli ederek “Defne çok üzgünüm. Maç yüzünden tamamen aklımdan çıkmış. Geri gelip almamı ister misin?” dedi. Bugün okul takımının basketbol maçı vardı. Çok önemli bir maçtı bu yüzden unutabilirdi ona trip atamazdım. “Tamam sorun yok kendim gelebilirim bugün.” Diyerek suratına kapattım maalesef. Tabii hem aşık hem meşgul olunca insan unutabiliyor (!) Aklı iki karış havada. Yine de şikayetçi olmadım. Okul takımı yüzünden beni alması için Cenk, Doruk ya da başka birisini aramadım. Aşağıda bir süre durduktan sonra hizmetlilerden birine seslenip “Şoförün beni bırakması gerek.” Dedim. Anladığını belli ederek başını salladığında dışarı çıkıp arabaya bindim. Yol boyunca kulaklığımdan Artic Monkeys- R U Mine dinledim. Bir süre sonra okulun bahçesine girdik. Ben de arabadan inip okul binasının gereğinden fazla büyük beyaz kapısında içeri girdim. Okulda bir şey değişmemişti. Okul başkanı geçen seneden beri ben olduğum halde, ilk gün olduğundan hiç bir şeye el sürmedim. Hızla asansöre yöneldim. Yukarı kattaki kantine oturup bir kahve aldım. Zihnimi bir şeylerle meşgul etmek istediğimden en basitinden dün ki olayları düşündüm. Benim için günün skandalı bariz ortadaydı zaten: Batu’nun kahkahası. Bence çocuk manyak. Kafamdan aşağı portakal suyu dökünce kahkaha atmıştı. Tamam bende güldüm ama ben şeyden güldüm ya.. Bir süre daha aklımı bunu gibi düşüncelerle meşgul ettikten sonra sıkılıp cebimden telefonumu çıkardım ve Çisem'i aradım. Aramamı biraz geç yanıtlasa da aldırmayıp “Alo Çisem? Neredesin geldin mi okula?” diye sordum. Her neredeyse bulunduğu yer biraz gürültülüydü. Duymakta biraz güçlük çektiğim bir sesle “Spor salonundayız. Bizim çocukları izliyoruz. Gelsene sende.” Dedi. İzliyoruz derken? Yanında kim vardı ki? Taha’yı izlemeye gitmişti. Bunlar sevgili falan da ben mi kaçırıyorum acaba? Bu soruyu daha sonra düşünmek üzere erteleyip, “Tamam geliyorum.” diyerek telefonu yüzüne kapattım. Herkesin yüzüne kapatıyordum nedense. Yerimden kalkarak asansör ile spor salonuna indim. Spor salonuna girdiğimde Çisem ve Masal’ın bir bankta oturduğunu gördüm. Ama onların beni görmediği belliydi. Bir dakika Masal? Masal bizim okulda mı yani? Masal buradaysa Batu? Batu da buradadır! Heyecanlanmadım şey oldu. Ya şey işte.. Neyse ne ya! Hızlı adımlarla kızların yanına gittim “Selam kızlar.” diyerek selam verdim. Kime konuşuyorum ki? El sallamakla yetindiler. Beni dinliyorlardı ama gözleri çocuklardan ayrılmıyordu. Pardon, çocuk’lar’ demek yanlış olurdu. Basbaya Çisem Taha’ya, Masal Doruk’a gözlerini dikmişti. Benimle konuşmak yerine onlara bakmaya devam ettiklerinde sinirle “Ya iğrençsiniz. Resmen aşıksınız. Gelende kabahat gidiyorum ben!” diye çıkıştım. ‘Gidiyorum’ dememe değilde, ‘aşık’ kelimesine odaklanmışlardı. Telaşla ikiside bana döndü ve Çisem “Ne aşkı canım, basketbol. Severim biliyorsun.” dedi ‘Çisem bak bende bunu yedim’ bakışı atınca oflayıp önüne döndü. Bu sefer de Masal kendin savunma çabalarına girip “Ben basketbolla ilgileniyorum da, top güzelmiş ona baktım.” dedi. Ne saçma bahaneler bunlar. Madem kendinizi savunacaksınız adam akıllı bahane bulun. Ona da “Hı-hı eminim. Ben de öyle düşünmüştüm.” dedim. Tabii canım ya bende Barbara Palvin zaten bak. Şimdi ben burada sap gibi kaldım birde. Hayır, en azından Batu olsa tek sap ben olmazdım. Aman, onun burada olmasındansa, tek sap olmayı tercih ederim. Aslında etmem. Neyse konu bu değil. Yine sessizlik oluşunca sırf ses olsun diye “Masal, Batu da bu okulda mı?” diye sordum. Sorumun hemen ardından ikiside dönüp fal taşı gibi açık gözlerle bana baktı. Dayanamayıp “Ne? Okul başkanıyım ya öğrenci sayısı bakımından sordum. Siz de ne meraklısınız maşallah.” dememle ikisinin aynı anda kafasını sallayıp “Hı-hı tabii anlıyoruz Defneciğim.” demesi bir oldu. Masal bari soruyu cevaplasaydın! Tam da sorumun cevabını düşünürken, bir anda cevabın ta kendisi spor salonunun kapısında belirdi. Başka bir şey isteseydim keşke. İstemek mi? İstemedim ki. Ne istemesi canım. Batuhan tek başınaydı –şaşırtıcı değil- Yüzünde de her zamanki gibi ciddi ifade vardı. Bakışları anlamsızdı. Bizden tarafa gelince yanıma oturdu. Tabii ki mecburiyetten oturmuştu. Masal önden kafasını çıkarıp sırıtarak bana göz kırptı. Çisem da ona katıldı ve sırıtarak çenesiyle Batuhan’ı gösterdi. Çisem da maşallah 14 yıllık arkadaşına karşı oynuyordu. Resmen iki kişilik çete oluşturmuş bunlar. Onlara kesici bakışlar atınca suratları donup kaldı ve önlerine döndiler. Ben Batu’nun selam vermesini beklemiyordum. Zaten o da beni yanıltmadı. Hiç konuşmadan sadece oturdu ve basketbol oynayanları izledi. Birkaç dakika daha dördümüz de konuşmadan orada oturduk. Daha sonra tatil boyunca göremediğim sınıf arkadaşlarım da spor salonunun kapısında belirdi. Neden gelmişlerdi ki? Sorumun cevabını merak ederken sınıfımdan birkaç kız yanıma gelip okul etkinlikleri hakkında bir kaç soru sordular. En son gelen kıza neden buraya geldiklerini sorduğumda takım ile birlikte maça gideceğimizi söyledi. İlk günden bütün dersler kaynamıştı! Biz sevinirken Batu tepki bile vermedi. Acaba Batular da geliyor muydu? Bu soruyu kendi içimden düşünürken bizim çocuklar arkadaki soyunma odasına gittiler. Spor salonuna son olarak 12-A geldi. *Sanırım Batuhan’ın sınıfıydı.* Daha sonra okulun basketbol hocası Evren hoca bizleri bahçeye çıkarıp servislere yerleştirdi. Bu maç okulumuz için çok önemliydi. Zaten bizim çocuklar tatil boyunca antreman yapmışlardı. Sadece birkaç günlerini benimle geçirmişlerdi. Maçın yapılacağı büyük spor salonuna geldik. Bizler tribüne geçip destek sloganları atmaya başladık. Maç çok iyi geçmişti ve biz almıştık. 68-46 gibi bir skorla okula geri döndük. Bütün öğrenciler yorgun bir halde sınıflarına son ders için geçerken, ben ise müdürü asansörde yakalayıp onunla birlikte odasına girmiştim. Ona planımı anlattığımda keyfi yerinde olduğunda pek zor olmadan kabul etti. Planım maç galibiyeti için bir parti düzenlemekti. Hem öğrenciler için eğlenceli olurdu. Müdürün odasından ayrılıp sınıfa çıktım ve çocukları tekrar tebrik ettim. O an fark ettim ki Masal da bizim sınıfa denk gelmişti. Tayfa tamamlanmış oldu. Batuhan ise bizden yukarıdaki sınıfta 12-A daydı. Derse girmeden önce yerlerimizi ayarladık. İlk sırada Cenk ve Nehir (Çok sevgili sevgilisi. Ne biçim cümle bu?) ikinci sırada Taha ve Çisem (Evet ben zorla oturttum.) üçüncüde Masal ve ben arkamızda ise Doruk tek başına oturuyordu. Okul çıkışında kızları yakalayıp onlara planımı anlattım. Çocukların haberi olmayacaktı. Ama tabii ki ben ve gıcıklıklarım olmadan bir parti olmaz! Herkesin bir eşi olmak zorundaydı ve parti gecesi onunla dans edecekti. Herkesin kiminle gideceği belli. Ben mi? Ben partinin sahibiyim canım olmaz öyle şey ne gerek var? Hani teklif eden olsa olabilir belki. Tamam teklif etseler kabul edicem. Ama olmayacak öyle bir şey yani biliyorum. Okuldan çıkışta şoförün olduğu yere gittim ve arabaya bindim. Araba çalıştı ve eve doğru yol aldık. Kısa süre sonra eve geldik. Hızla eve girip kendimi odama attım. Müdürden aldığım öğrenci numaralarını tek tek aradım. Hepsi parti için bana yardım edecekti. İşim bittikten sonra yeterince yorgun olduğumdan kendimi yine erkenden uykuya bıraktım…
![](https://img.wattpad.com/cover/33866434-288-k104197.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİL BAŞTAN
Teen FictionGökkuşağı görünen insanlar aslında siyahsa? Defne: On altı yaşında, dışarıdan çok mutlu görünen ama kendi içinde çok acı çeken, yine de güçlü olmayı başarabilen, iyi niyetli, insanları mutlu edip, onların mutluluğu için kendinden bile vazgeçen, tüm...