Ölüm;
Sen beni aldatamazsın.
Aklımda...
Lades, Behçet Necatigil
Babam yanımdaydı.
İlginç olan elbette bu değildi, olayı ilginç kılan babamın yanımda ders çalışıyor olmasıydı. Kırklarının sonunda olan bu biyolojik yakınım odama belki de tıp okurken dahi elinin değmediği kitaplarla odamı doldurmuş, bir yandan da internetten alıştırmalar yapıyordu. Gözaltları morluğun dışında siyahlaşmaya başlamıştı ve cidden... ona kahve getiresim gelmişti.
Belki uyursa üstünü örtmeyi bile deneyebilirdim.
"Bakalım, bakalım... Alternatif tıp işimizi görür mü acaba?" diye mırıldandı. "Belki de komadan uyanan hastalarla ilgili efsaneleri okumalıyım." Bakışları kısa bir an bana çarptı, yatan bedenime yani. Ardından gözleri tekrar bilgisayar ekranına döndü.
"Ağrıya ve dış uyaranlara tepki yok, böbrek yetmezliği kapıda. Kafatası zedelenmesi görünür bir hasar bırakmadan iyileşti, bedensel çürümeler minimum düzeyde. Ne yapmalı ne yapmalı?"
Pencere kenarına oturmuş gelen geçeni izliyordum, Hakan bir süredir yanıma uğramıyordu. Ona teklif ettiğim şey hiç hoşuna gitmemişti ve kararına minimum düzeyde saygı duyduğum için onu vazgeçirme amacıyla yanına gitmiyordum. Güvende olduğunu tahmin ediyordum çünkü lütfen; hepimiz biliyoruz ki Hakan kendisine bir şey olacağını düşünse çığlık atarak yanıma gelirdi.
"Tamam Dilay, baban onca senelik tıp kariyerine rağmen şuan Onedio'da inanılmaz şekilde komadan çıkanlarla ilgili bir yazı okuyarak seni komadan çıkartabileceğine inanıyor. Bilimsel tıpın çareleri tükendiği için biraz alternatif tıp deneyeceğiz. Bakalım, ilkinden başlayalım. Defterim nerede?"
Onedio'dan aldığı tüyoları bilimsel makalelerden çıkardığı notları tuttuğu deftere yazması da... Her neyse, yorumsuzum.
"Sam Carter. 60 yaşında, uyanma ihtimali %30. Rolling Stones'dan I Can't Get No Satisfaction şarkısını duyunca uyanmış." Bakışları tekrar yatan bedenime döndüğünde kaşlarımı kaldırmış ne söyleyeceğini bekliyordum.
"Bilgisayarında ve telefonundaki şarkıları getirsem daha iyi olur bence, bunun sana hitap edeceğini zannetmiyorum. Sıradaki."
Başımı tekrar dışarıya çevirdim. Gelen geçeni izlemek güzeldi, hastanenin bahçesi tam bir şenlik alanı gibiydi.
"Sara Thampson. 32 yaşında. Hafıza kaybıyla uyanmış." Kısa, keyifsiz bir kahkaha attığını duydum. "Bu bayağı işimizi görürdü, seninle her şeye yeniden başlamayı çok isterdim."
"Munira Abdulla." Dedi. Devam etmesini beklediğim saniyelerde kaşları çatık bir şekilde ekrana bakıyor olduğunu görünce benim de kaşlarım çatılmıştı. Oturduğum yerden kalkarak sandalyesinin arkasına geçtiğimde okuduğu sayfada şöyle yazıyordu.
"Almanya'ya götürülmesinin üzerinden 1 yıl geçmişti ki oğlu Omar, annesinin kaldığı hastane odasında görevlilerle bir tartışmaya girdi ve sesler yükseldi.
Omar yaşananları şöyle anlatıyor: "Annem garip sesler çıkarıyordu ve ona bakmaları için doktorları çağırıp onu muayene etmelerini istedim. Bana her şeyin normal olduğunu söylediler.
"3 gün sonra birinin ismimi söylediğini duydum ve uyandım. İsmimi söyleyen kişi annemdi. Evet, annem. Mutluluktan havalara uçtum. Yıllardır bu anın hayalini kuruyordum ve uyanınca ilk söylediği şey ismim oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzeşte
FantasyOnlar ne varlar ne de yoklar. Ne görünürler ne de görünmez. Hissedilemez ama hissederler. Tutsaklar ancak daha önce hiç bu kadar özgür olmamışlardı. Özgürlükleri hapishaneleri kadardı. Onlar güzeşteler. Zaman onlara işlemez, onlar zamanı işletirler...