"Kenancığım, elbisem nasıl?" diye sordu artık çocuk olmamasına rağmen genç de sayılamayan kız. Otuzuncu yaşına yeni girmiş olan genç adam on üç yaşındaki, son yıllarda elinde büyüttüğü; gözünde asla büyümeyecek olan kızın eteklerinden tutarak kendi etrafında dönmesini izlerken gülümsemesini engelleyemedi.
"Çok güzel bir kızın kavalyesiyim bu gece." dedi kızın iyice şımarmasını istediği için. Dilay'ın yanakları anında kızardığında içinde engelleyemediği bir şefkatle onu pamuklara sarıp, göğsüne saklamak istedi. "Ya Kenancığım!" diyerek elleriyle yüzünü kapatan kıza kahkaha atarak cevap verdi ve ellerini dizlerine vurup, ayağa kalktı.
"Hadi gidip, o mezuniyet partisinin altını üstüne getirelim!" diye bağırdı kızın neşelenmesi için. Dilay'ın yüzü bir an için düşecek gibi olsa da hemen kendini toparlamış ve yüzüne Kenan'ın kendisini kahraman gibi hissetmesine sebep olan bir gülücük yerleştirmişti. Kenan Dilay'ı güldürmeyi seviyordu ancak biliyordu ki ebeveynlerinin boşluğunu dolduramıyor ve Dilay'ın gerçek mutluluğun ne olduğunu öğrenmesini bir türlü sağlayamıyordu.
"Bu gece yanımda olacağın için teşekkür ederim Kenancığım." diye fısıldadı Dilay arabaya bindiklerinde. Kenan yüzündeki gülümsemenin bozulmaması için büyük çaba sarf etmiş ve en sonunda bunu başardığında derin bir şekilde yutkunup, "Asıl ben okul birincisi olarak mezun olup, beni gururlandırdığın için sana teşekkür ederim Yakamoz Güzeli."
Kenan o gece Dilay'ın yalnızca kavalyesi değil aynı zamanda yanında olan tek kişiydi. O gece Kenan, Dilay'ın mutluluğunu, hüznünü ve kendisiyle gurur duyuşunu izledi ancak ailesinin yaşıyor olmasına rağmen nasıl kimsesiz hissettiğini hiç göremedi. Tuvalette iki kez kabinde kendini kilitleyip, ağladığını duymadı. Soran arkadaşlarına anne ve babasının başka bir partiye davetli oldukları için mezuniyetine gelmemeyi tercih ettiklerini söylemeye utandığı için her ikisinin de Türkiye'de ses getirecek iki ameliyatta olduğu yalanını söylediğinden haberi olmadı.
Kenan o gece okul birincisi olarak mezun olduğu için gecenin yıldızı olan Dilay'ın aslında hiç mutlu olmadığını anlamadı.
.
.
."Anne ve baban neden böyleler?" diye sordu Hakan yanımda oturup, benim gibi sırtını duvara vermiş yataktaki bedenimi izlerken. On dakika önce bedenimin etrafında çift kale maç yapabilecek kadar çok insan varken şu an sadece annem, babam ve Kenancığım vardı. İç çekerek başımı duvara yasladım.
"Mizaçları böyle." diye mırıldandım. Sesli söylesem odadaki sessizliği bozabilecek güce sahip değildim elbette ancak Kenancığım'ı çalışırken izlemeyi seviyordum. Şuanda elinde dosyamı tutmuş benim asla anlayamadığım yazısıyla bir şeyler karalıyordu.
"Şu adam seni baya bir seviyor galiba." dedi Hakan sessizlik bir tarafına batıyormuş gibi. "On bir yaşımdan beri hayatımda. Ben küçükken ödevlerimi birlikte yapardık. Onun sayesinde ortaokuldan birincilikle mezun oldum." diye mırıldandım yine ona dönmeden. O sırada babam oturduğu deri koltukta geriye doğru kaykıldı ve başını aynı benim duvara yasladığım gibi kanepeye yasladı.
İç çektim. Anne ve babamla ortak bir noktam olsun diye şansımı çok zorluyordum.
"Bir karar vermek zorundayız, değil mi?" diye sordu annem dik bakışlarını bedenimden çekmezken. Kaşlarını çatan babam ve Kenancığım ona döndüğünde eliyle gelişigüzel bir hareketle beni gösterdi.
"Bu şekilde yaşamasına, ki buna yaşamak bile denmez, daha fazla izin veremeyiz." dedi annem açıklama için. Babam yaslandığı yerden doğruldu ve oturduğu yerde bir dizini kırarak anneme doğru döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzeşte
FantasyOnlar ne varlar ne de yoklar. Ne görünürler ne de görünmez. Hissedilemez ama hissederler. Tutsaklar ancak daha önce hiç bu kadar özgür olmamışlardı. Özgürlükleri hapishaneleri kadardı. Onlar güzeşteler. Zaman onlara işlemez, onlar zamanı işletirler...