Geceye uzun uzun baktım. Olduğum evin arkası ormana, önü ise sonsuz maviye uzanıyordu.
Kafamı masada oturduğum o boş kağıttan kaldırıp, yüzüne baktım. Uyuyordun, dudakların kırmızı olmuş hafif açılmıştı. Gözlerinin kenarını çoktan çapaklar kaplamıştı.
Günün tüm yorgunluğunu uyurken bile o çatan kaşlarından anlayabiliyordum.
Ah sevgilim illa sinirli durmak zorundamıydın?
Uykunda bile.Sana bunları içim parçalanarak yazıyorum. İsyanım kadere, kendime. En çok kendime.
Sana susamazdım. Sahi sen benim suskunluğumdan bile anlardın.
Ama bu sefer başka Ateş. Bu sefer çok başka yandı canım. Üzülme, korkma, güçlü dur. Sana bu yakışır.
Peki ya bana?
Gitmek hem de çok uzaklara sevgilim. Kendimi affedemeyecek kadar uzaklara gidiyorum şimdi.
Ama giderken beni anlayan tek kişi olduğunu bilerek gitmekti doğru olan. Korkmadan. Korkmamalıydım. Şimdi tek bir nefesle elime o kalemi alıp herşeyi sana döktüre döktüre yazacağım.Sana beni anlaman için bir can simidi döküyorum ellerine. Ne olur sende boğulma benim bu derinliğimde. Bana kızma beni yargılama . Bilirim sen beni anlarsın. Çünkü sen benim canım olanın bir parçasısın.
'Ne diyor bu kız?' deyip kaşların hafif çatmış dudakların az aralanmıştır. O halini bir kez daha görmek için seni hep kızdırırdım ve sen uyuzum derdin. Kızarken bile severdin sen.
Çok zorlu olacak bu yazı. Hayır artık yazmaya başlamalıyım lakin gökyüzünden gece git gide silikleşiyor ve vakit beni bekliyor. Bu mektup sana beni anla diye.
Sadece anla...Ağlıyordum sessizce. İçime attım hıçkırıklarımı. Boğazım bir o kazada bu kadar acımıştı birde şimdi. Orada çocukluğumun sesi kısılmıştı şimdi ise hayatımın.
Devam ederek başladım diğer sayfayı yazmaya.
...Nereden başlanmalı, ne yazmalı ne dersem beni anlayabilirsin inan bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da kendimi ifade etmenin çok zor olacağı.
Her neyse çok uzattığımın farkındayım seni daha fazla sinirlendirmekte istemiyorum, başlıyorum.5 yaşından beri yetimhanede büyüyüp edebiyat öğretmeni olduğumu biliyorsun. Mesleğimi, hayatımı kendim tasarlayıp yaşadığımı zannediyorsun.
Yanlış.
Mert diye bir arkadaşım vardı; Skleroderma hastası, sanatla ilgili her şeye düşkün ve oldukça zeki, yetenekli birisiydi. Yetimhanede iken benimle çok ilgilenir beni herkese karşı korurdu. Gözleri aynı babamın gözlerine benziyordu. Birçok ilklerimi ben Mertle yaşadım. Mertle ilk sinema izlemeye gittim, ilk şiirimi ona yazdım, ilk kez dışarıdan birisini ailem yaptım, ilk kez babamdan başka bir adama âşık oldum. Kaşlarını çatıp sinirlenmemelisin. Hemen en son sayfaya geçip nerede olduğumu öğrenmeye de çalışma. Önce sabret, söyleyeceklerimi dinle sonra benim nerede olacağımı elbet ki bilirsin.Mert çok iyi yürekli ve merhametli bir çocuktu. O kadar iyiydi ki beni herkesten önde tutardı, kendisinden bile.
Yetimhanenin belli günlerinde tatlı yapılırdı ve Mert çok iyi bilirdi benim tatlıyı ne kadar çok sevdiğimi. Yemekhanenin aşçısı hep fırında sütlaç yapardı Mert o elleri ile getirirdi. Mert skleroderma hastasıydı yani el duruşu normal bir elden farklıydı. Cildinde kalınlaşma ve sertleşme buna sebebiyet veriyordu. Bu yüzden herhangi birşeyi tutması zordu. Bir kaşığı bile tutması çok zorluydu.
Yemekhanedeki görevli hep ona yemek yemesine yardım ediyordu.
İlk başlarda bana aptal bir şımarıklık gibi geliyordu.
Çok yanılmıştım.
Ama o kadar tertemiz bir yüreği vardı ki o ânımı hiç unutamam.Birkeresinde bana o elleriyle sütlaç kâsesini uzatmış yatakhaneye gizlice getirmişti, bir de görmelisin gözlerini ışıl ışıldı o kadar sevinmişti ki getirebildiğine.
O ışıklı bakışa tebessüm etmemek elde değildi. Onun kalbi bende çok özel hâlâ.Mert 18 yaşına geldiğinde yetimhaneden ayrıldı. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini kazanmıştı. O sene o kadar sevinmiştik ki yeni hayatımıza kocaman bir adım atmıştık. Evet biz artık onla bir aileydik bu yüzden onun başarısı benim, benim başarım ise onun yüzünde açtırırdı gülleri. Üzüntümüz bizim canımızı yakardı. Birimiz solarken birimiz can suyuyduk. Biz birbirimizi tamamlayan bir bütündük. Ayrılmak bizim fıtratımızda yoktu. Bize çok uzak bir yerdi huyunu suyunu adetini bilmezdik ayrılığı. Bir bildiğimiz sevgimiz ve saygımız vardı. Ve de ayrılığın: ayaz bir kış gecesinde ısınamayan bir çocuğun çaresizliği kadar kötü birşey olmasıydı. Bu sebepten bize uzaktı bu kelime.
Elbet ki bu arada benim de rotam belli olmuştu bu sayede.
Çok çalışıp o bölümü kazanmalı ve buradan kurtulup dışarıda olan, Mertle birlikte özgür hayatıma koşa koşa gitmekti. Mertle aramızda bir yaş vardı, o 18 iken ben 17 olacaktım 3 Ekim'de. İlk senemde sınavı kazanamamıştım, çünkü hep aklım Mertte kalıyordu. Hastalığı midesine zarar veriyordu önceden üzüntüsü vuruyor sanıyordum.
Yanılmıştım.Yetimhaneden okula gittiğimiz zamanlarda Mert hasta olduğunda yakalansam çok ağır ceza yiyeceğimi bildiğim halde okuldan kaçıp ta İstanbul'a Mert'e gitmiştim. 'Nasıl gidebildin oraya sen Rüya kafayı yedirtme bana!' dediğini duyar gibiyim.
Yadigâr Teyze bana yardımcı olmasa gidemezdim. Uçak biletimi o almıştı ona o kadar ısrar etmiştim ki salya sümük ağlamam bile bir an fayda etmeyecek sanmıştım.O an o kadar heyecanlıydım ki, ilk kez uçağa biniyor ve uzun zamanın ardından âşık olduğum adamı görecek, 1 saat yanında kalacak ve hemen geri dönecektim. Gittiğim gibi ona sarılıp hemen çorba yapmaya kalkıştım. Onu orada aç bırakmadım.Ona iyi baktım. Onu kendimden bile sakındım.
1 saat hemen geçmişti hiç yetmemişti özlemimi gidermeme zaten zamanımızda neredeyse hiç yoktu.
İlaçlarını içirip, yemeğini yedirip, her yeri topladıktan sonra havaalanına döndüm. Saat daha 13.00 sularıydı vaktim çok geçmeden hemen binmiştim uçağa. Yaklaşık 1 saat sonra gelmiştim kürkçü dükkanına.
Bir yandan da yetimhanede çoktan benim olmadığım farkedilmişti. Ama bu benim umurumda değildiÇünkü ayaklarım beni gerçeğimle yüzleşmem için bir yere getirmişti.
Evime gelmiştim. Çocukluğuma dönmüştüm.
Kimse bozmasın istedim o anımı. Evime ilk kez girmiştim, 12 sene sonra ilk kez. Anılarımızın üstüne beyaz örtü çekmişlerdi. Annemle babamın aşk dolu bakışları hâlâ tablolardan dökülüyordu. Çocukluğum ellerimin üstündeydi. Annemin saçlarına daldırmışım o minik ellerimi bir yandanda babamın yanağının üzerine atmışım ellerimi. Onların ortasında olup sevgilerini hissettim bir an.
Çığlığımı basmış isyan etmiştim kaderime bir kez daha. Hangi alçak anılarımıza beyaz örtüyü örtebilmişti? Canım yanıyordu, işte Rüya kendi ayaklarınla sen geldin karanlığına deyip kendimi yere atmıştım, içimde bir yer kanıyordu. Kendimi toparladıktan sonra zor güç ayağa kalkmıştım.
Salona doğru ilerlerken iştihamlı aynaya baktım, annem burada durur kendisine bakardı bense ona. Gözlerim aynanın altında olan masaya çarptığında şeffaf bir torba karşıladı beni.
İçini açtığımda gözlerim bulanıklaşmıştı.
Hani ağlamaktan gözlerdeki o yaş birikir birikir akamaz ve bulanık görürsün, bana da ondan olmuştu. İçindeki ânıma bir kez daha sarıldım. Sanki biraz daha sarılsam içten daha ağlasam istediğim olacakmış gibiydi. O an ben tekrar çocuk oldum, annemin tokasına bakarken babamla annemin yüzüklerini bir yandan öpüyordum.
Yüzüklerinin içinde 'Ölene Dek...' yazıyordu. Haklıydınız sizi kimse ayıramazdı ölüm bile. Peki ya ben? Beni neden ayırıyordu bu ölüm denilen şey?
O kadar çok ağladım ki o an ağlamaktan bayılmıştım.Garip değil miydi, ölüm annemle babamı ayırmamıştı. Ama beni ayırmıştı. Bu haksızlık değildi de neydi? Hayat elimden her şeyi almak için çabalıyordu. Ben de yerimde bocalayıp duruyordum. Biliyor musun Ateş, bir dilek hakkım olsaydı annemle babamın kokusunu ve sesini bir kez olsa içime çekip öyle ölmek isterdim. Bir sesi unutmak acı, ama bir kokuyu tanıyamamak ölümdü bana.
MERHABA ARKADAŞLAR UMARIM KİTABIM BAŞARILI VE GÜZEL GİDİYORDUR BUNU YORUMLARDA BELİRTİRSENİZ ÇOK SEVİNİRİM. KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİİM...❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜYA
Teen FictionKimsesiz bir kız çocuğu ayağa kalkıp nasıl güçlenir? Cevabınız şu an bulanık bir suyla eş değer olduğunu tahmin edebiliyorum. Siyah ve beyaz kadar keskin bir cevabı yoktur bu sorunun. Peki ya bu Rüya için netse? Çok güçlü bir kadının hayat hikayesi...