Bölüm şarkısı;
Falling- Harry Styles
...
Her şey başladı orada ve her şey bitti burada.
Eğer on sekiz yaşında meteliksizseniz, klasik bir yaz gecesinde sarma bir nikotin tüttürmekten, sokak kenarına tünemiş ayyaşlardan çaldığınız birayı içmekten ve kusana kadar lunaparktaki atlıkarıncaya binmekten başka yapabileceğiniz hiçbir bok yoktur.
Aşırı nemli bir ağustos sıcağı vardı. Vücudum sanki azar azar eriyordu; siyah gökyüzüne simli kalemle çizilmiş yıldızlar, akışkan soluk bulutlar, her yere rengini bulaştıran neon ışıklar ve çocukların kuş cıvıltısı tadındaki sesleri her sene kurulan karnaval gecesinin vazgeçilmeziydi.
Parmaklarıma kıstırdığım sigaranın dumanını karanlık göğe üfleyip bozuk tadı olan biradan sert bir yudum aldım ve fazlası boynuma aşağı aktı. Ne kadar tadı bok gibi olsa da serinliğinden zevk aldığım için ısınana dek elimin içinde tutmaya devam edecektim.
Neon ışıkların yaktığı gözlerim hız treninin yukarı, aşağı ve tekrar yukarı gidişini çok önemli bir olay gibi izliyordu. Neşeli çığlıklar her yerdeydi. Olmayacak olsa bile kirli isteklerim uğruna oradan birinin aşağı düşüp kanlar içinde kalışını görmeye can atıyordum. Pis bir zihnim vardı. Düşene bir tekme de ben atsam ne çıkardı?
Bu tür aşırıya kaçan oyuncaklardan nefret eder ama korkmama rağmen onlara binip genelde şimdi kendimi aşağıya bıraksam ölür müyüm diye düşünürdüm. Dünya üzerinde nüfus kalabalığı yapan saf nefesten ibaret oksijen israfı bir serseriydim. Annem öyle söylerdi, aşırı dozdan gebermeden önce...
Ruhu şad olsun. Doğru söze ne denir ki.
Ne diyordum? Evet hız trenleri... Onlardan korkmaya başlama nedenim sekizinci yaşımla birlikte Yumuşu bu koca makinenin yükselişe geçtiğindeki verdiği gazla elimi kaldırıp metrelerce yüksekten düşürmemle alakası büyüktü. Aşağı tekrar inince ayıcığıma gaddar bir arkadaş olduğum için zırıl zırıl ağlamış ve gözlerinin fırlayan yaylarını görünce öldüğünü söylerek babamın bacağına yapışmıştım.
Yumuşu öldürmüştüm ve babam gözlerini yeniden dikse de onu arka bahçeye gömmeme izin verene kadar yaygarayı kesmemiştim. Zavallı babam son gücünü de benim ağlamama katlanarak tüketmişti. Sekizinci yaşımın karnaval gecesinde hem Yumuş, hem de babam bir kazaya kurban gitmişti. Bilmiyorum annem dırdırından bıkmış ve şişeyi kafasında parçaladığı için de ölmüş olabilirdi.
Hayat gerçekten çok garip. Ölmeden önce benimle Yumuşa ayakkabı kutusundan bir tabut bile hazırlamıştı. Çok ağladığım için Yumuşun ruhu huzur bulsun diye başında konuşma yapışını unutursam, tek bir kez sevilmiş ruhuma ihanet olurdu.
Belki de bu gece yeniden beni buraya getiren şey anıların duvarları arasına sıkışmış bir velet olmaktan bıkmamdı. Ya da belki Yumuşun ruhu beni arıyorsa kaybolmasın diye... Her iki türlü de çok boktan.
Sigarayı yarı bile etmeden bir fiskeyle fırlattım. Sıkılmıştım. Her şeyden çok çabuk sıkılan ve aniden değişen abidik gubidik bir kızdım. Biraz da dağınık ve saçmasapan...
İki hafta sonra son sınıfa başlayacaktım ve artık yetişkin sayılırdım. Yaşını almış bir adamdan daha fazla şey görmüştüm bu dünyada. Görünüşüm aksini söylese de. Herhalde bundan dolayı artık bu lunapark heyecansızdı.
Bu arada, adım Venüs. Tatya, başına buyruk Venüs.
Yapayalnız Venüs.
Kimsesiz Venüs.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ONSRA
Novela Juvenil"Artık seni istemiyorum."dedim ve sol gözümden süzülen yaşı hırsımı çıkaramadığım için bastırılmış bir öfke harbiyle tenimi acıtacak kadar sert sildim. Kurnaz bakışlarında alayı seçtiğim adam bana ensesinden tutulup kaldırılmış bir kedi yavrusuna...