"Hayır, seni aptal, bu öyle bir şey değil- Tanrı'm.""Öyleyse ne? Ülke bize yardım etmiş, neden bir daha savaş açmışız? Bu çok kaba."
"Fazla masum düşünüyorsun."
"Olması gerekeni söylüyorum sanıyordum."
"Herkes olması gerekeni yapsa ve söyleseydi sen Avustralyalı ve ben de Koreli olmazdım. Bu tarz ülke isimleri kullanmazdık."
"Pek âlâ, bu doğru olabilir. Ama yine de yapılan yanlış."
"Bize yaptıkları cephane yardımını tek tuşla yok edecek bir teknolojiye sahiptiler Felix."
"Tanrı'm, herkes çok kaba!"
"Doğru, insanlar çirkindir."
"Ben de çirkin miyim, Binnie?"
"Sen.. mi? Bunun Kore Tarihi ile ne alâkası var şimdi-önüne dön ve sorunu çöz Lee Felix. Sıkılmaya başladım."
"Hey, inkâr edemiyorsun."
"Ve sen de sinirlerimi zorluyorsun."
"Ya sen gerçeği söyleyene kadar soruyu çözmezsem?"
"Ve böylece dışarıdan yardım almadan, bize yapılan cephane yardımının katbekat güçlüsü için çalışıp önümüzdeki savaşın üstesinden geldik. Evet, anlaşılmayan bir kısım var mı?"
Göz kapaklarım kalitesiz bir yapıştırıcıyla birbirine tutturulmuş gibi, kendine bir boşluk bulup araya giren akşam güneşini selamlarken, ışıklarla aynı pencereden gelen temiz havayı soludum beceriksizce. Bay Jung'un son ders saatine göre hayli canlı çıkan sesi sınıfta yankılanıp daldığım alemden çıkarırken beni, dilimin ucuna kadar yuvarlanan tüm küfürleri yutmak zorunda kaldım.
Önce başımı kollarımın, sonra da kollarımı sıranın üzerinden geriye çekip arkama yaslandığımda birkaç kez kırpıştırmak zorunda kaldım gözlerimi. Uzun zaman denecek kadar uyuduğumu sanmıyordum, aksine, ne zaman daldığıma dair bir fikir bile geçmiyordu aklımdan. Sıramın yanındaki pencereden ikindi kızılına dönen bulutları izliyordum en son. Sonra birkaç kuş çeldi odağımı; en sonunda kollarımın dünyanın en yumuşak yastığı, Bay Jung'un hâlâ şaşırtıcı derecede canlı olan sesinin rahatsız edici de olsa ninni gibi geliyor olduğuydu fark ettiğim.
En sonunda da daldığım alemde Bay Jung'unkinden katbekat güzeliydi zaten duyduğum ses. Sahi, tam yerinde bölmüştü beni Bay Lanet Jung.
"Güzelsin, Tanrı'm, en güzeli sensin."
Ağzımın içinde, kimsenin duyamayacağına emin bir mırıltıyla yeni bir soluğu doldurdum ciğerlerime. Ders saati dolmuş olmalıydı ki, karışık bir ifadeyle yüzüme bakan Bay Jung kaşlarını çattı. "Bir şey mi söyledin Changbin?"
Sesimin henüz açıldığını düşünmediğim için başımı iki yana sallamakla yetindim. O da fazla diretmedi zaten.
"Umarım eve gittiğinde güzelce dinlenebilirsin."
Başımı salladıktan sonra sırama düşen bakışlarım tekrar onu bulduğunda, yüzündeki samimiyet gibi görünen ama aslında acıma olduğunu bildiğim ifadesi ile karşılaştım. Dört yıllık rehber öğrencisi olmasaydım yerdim belki, sahiden yorgun göründüğüm için böyle davranıyor, derdim. Ama senenin başına kadar dersinde bırakın uyumayı, üzerinden birkaç saniyeliğine kayan bakışlarımın bile hesabını sorardı dersi dinlemiyorsun başlığı altında. Dolayısıyla şu an da, içtenliğine ya da samimiyetine inanmak gibi bir dert edinmemiştim kendime. Düpedüz acımaydı. Herkeste biraz olanından.
![](https://img.wattpad.com/cover/270858250-288-k621017.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iridescent│changlix
Fanfiction"Ben senin gökyüzünden aşağı atladım. Yahut gökyüzü atladı ve ben o yukarılarda yalnız kaldım, bu yabancı güzel yerde. O denli geçmişe götürmüşüm ki seni, sanki hiç tanımıyordum." │21 Mayıs 2021