Günümüz.
Asteğmen Gökbörü.
Sığınağa geleli 1 yıl oluyordu.
Çıkan bu hastalık tahmin ettiğimizden daha hızlı şekilde yayılmış ve mutasyona uğramıştı. dünyanın 4/2 sini ele geçirmişti. Kalanlar da pek yaşıyor gibi değildi.
Kendi kendine kolonileşen gruplar,
göçebe hayatı yaşayanlar,
Köprüleri ve yolları tutan yağmacılar,
Ufak bir konserve parçası için çocukları dahi öldüren baskıncı haydutlar.Dünyanın gerçekten çivisi çıkmıştı. Ve biz geriye kalanlardık.
Her ne kadar biz burada güvende olsakta
Sanki bir gün burası da son bulacak gibiydi.
Burası da diğer yerler gibi enkaz olacak gibiydi.Baş ucumdaki masamda duran telsizden bir kaç cızırtı geldi
Zahir : Gökbörü, komuta odasına gel. Tamam.
Gözlerimi bir kaç saniye telsizin uzun çubuğunda gezdirdikten sonra elimi telsize uzattım.
Gökbörü : anlaşıldı, tamam.
Yatağımdan kalktım ve ayakkabılarımı giymeye başladım. Ardından sandalyede asılı duran kamuflaj gömleğimi giydim. Yastığımın altından tabancamı ve bacak kılıfını aldıktan sonra bacağıma yerleştirdim. Telsizi de elime aldıktan sonra odamdan çıkmak üzere kapıya yöneldim.
Sığınağın projesinden sorumlu mimar çok cömertti. Her bir personel için pek de büyük olmasa da bir oda yapmıştı. Bu sığınakta yaklaşık 40 kişi vardı. 15 i askeri personel, 4 tane alanlarında profesör doktorlar, çıkan hastalığı araştırmak ve tedavisini bulmak için 4 bilim insanı, 5 tane sadece tarım ile uğraşan özel eğitimli çiftçiler, 2 tane ise makine mühendisi vardı. Geri kalanlar ise başkan, ailesi ve kurmaylarıydı. Burası güvenli bir yerdi. Olası bir tahliye için 5 askeri hummer, bir askeri kamyon ve bir
ch-47 chinook vardı. Havadan ve karadan her durum için farklı protokoller vardı.
Burada sonsuza kadar yaşayabilirmiydik bilmiyordum. Elektriğimiz buraya yakın bir barajdaki makinelerle sağlanıyordu.
Bu kadar az personel olmasının sebebi ise ana yaşam kaynağımız olan yiyecekti.
Yiyecek bittiğinde bizim bu kafesimizin
bir anlamı yoktu. Burada yıllarca yetecek yiyeceğimiz vardı. Ve tarım işlerimiz de öyle.Odadan çıktıktan sonra kapımı kapadım ve kitledim.
Komuta odasına gitmek için yan bloğa geçmem gerekiyordu. Binaları birbirine bağlayan koridora gidiyordum. Bugün burası sessizdi. Bu kafes sessizdi.
Komuta odasının kapısına geldikten sonra kapıyı çaldım ve içeriye girdim. Zahir duvara monte edilmiş 16 monitörden dışarıyı izliyordu. Personel sayısı az olduğu için nöbet tutma sistemi yerine bu güzel kalemizin her bir köşesine ve bulunduğumuz arazinin ağaçlarına kameralar döşenmişti.
Tüm araziyi dışarıya çıkmadan her an kontrol edebiliyorduk.
Gökbörü : yüzbaşım.
Zahir kafasını çevirip bana baktı.
Zahir : günaydın
Dedi.
Ardından kafasını yeniden monitörlere çevirmiş, boş gözlerle etrafı seyrediyordu.
Ardından kapı çaldı ve içeriye kısa boylu bir asker girdi. İkimize de asker selamını verdikten sonra görev yerini ona bırakıp Zahir ile dışarı çıktık.Boş koridorlarda yürüyorduk.
Zahir : sevgilin var mı asteğmen?
Yoktu. Olsaydı bile yaşıyor olamazdı.
Gökbörü : hayır efendim.
- katta bulunan laboratuvara
inmek için kilitli kapıyı açtık.
Laboratuvara her personel giremiyordu.merdivenlerden inmeye başladık.
Zahir gözleri kısık şekilde hızlı adımlarla yürüyor ve homurdanıyordu.Zahir : Güzel.. Güzel.. Duygular zayıklıklarımızdır. Duygusuz bir adam hiçbir zaman zayıf olmaz.
Laboratuvarın kapısına gelmiştik. Sırasıyla el izimizi okuttuktan sonra çelik ve beyaz kapı açıldı.
İçeriye girdiğimizde sarı saçlarından tanıdığım nadya kapının açılmasını duyup bize döndü.Nadya : hoş geldiniz
Zahir Nadyaya gülümsedi.
Beyaz önlüğü buz mavisi gözlerini daha da ortaya çıkarıyordu. Nadyaya gülümsedim. O da bana gülümseyerek karşılık verdi.
Nadya : size göstermem gerekenler var.
Nadya dağınık masasından güç bela bir kaç dosya çıkararak.
Nadya : Beni takip edin
Yüzbaşı ile birlikte nadyanın arkasından ilerliyorduk. Camdan kafeslerin olduğu bölüme nadyanın şifresiyle girmiştik.
Sırasıyla çok büyük olmayan 4 tane kafes vardı. Bu kafesler herhangi bir kurşun ya da patlayıcı madde ile kırılamaz, çatlayamazdı.
Nadya üzeri siyah örtülü olan iki kafese bizi yaklaştırdı.
Nadya : iyi izleyin
Gözlerimi önce nadyanın gözlerine ve ellerine götürdüm. Uzun ince parmakları siyah kalın örtüyü kavradı ve aşağıya çekti.
Yaklaşık 1 saniye içinde yere yayılan örtünün ardında siyah ve yeşil bir sis bulutu vardı. Sis bulutunun içinde ise ne olduğunu idrak edemediğim bir şey.
Nadya : bu gördüğünüz şey flor. Bu hastalıklı dışarıya flor gazı salgılıyor. Tam olarak emin değilim ama bu gaza maruz kalırsak sonuçları hiç iyi olmaz.
Sisin içinden bizim yaklaşık 2 katımızda bir hastalıklı çıktı. Eğer o bir insan olsaydı eminim ki gıdısındaki şişkinlik nefes almasını engellerdi. Her uzvu, her bölgesi şişmişti. Sanki biri iğne soksa patlayacak gibiydi.
Zahir dikkatli şekilde kafesin içindeki şeye bakıyordu.
Nadya : ona şişkin diyoruz.
Nadya yerdeki örtüyü aldı ve kafesi örttü. Yüzümü zahire döndüm. Düşünceli şekilde bekliyordu.
Nadya diğer kafese yöneldi ve örtüyü bir hışımla yere indirdi.
Kafesin içindeki hastalıklı kıpırdamıyordu.
Sanki oraya dikilmiş bir direk gibiydi.Nadya bize baktı.
gözlerini devirdi.
Ardından elini yumruk yapıp cama vurdu.
Kafesin içindeki hastalıklı bir anda aslan gibi kükredi ve nadyanın eline doğru saldırdı.
Tabiki camı aşamadı.Nadya : O bir sescil. Tamamen kör. Sadece duyabiliyor.
Zahir kafese yaklaştı. Kafesin içindeki sescil kafasını tiki varmış gibi sağa sola oynatmaya başladı.
Hastalıklının görülen tüm yerlerinde benek şeklinde mantarlar vardı. Parmaklarını bir asite sokmuşlar gibi parça parça erimişti.
Hastalıklı ağzını açtı. Ve bir kez daha inledi. Dili koyu yeşile bürünmüş, sanki boğazına kezzap dökülmüş gibi yanıktı.Nadya örtüyü yerden aldı ve kafesi kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bürküt
ActionBu hikaye dünyada yükselmekte olan bir mantar enfeksiyonunu anlatmaktadır. Eğer ki sen mafyanın tecavüzüne uğrayan kızı arıyorsan, üzgünüm. Burada değil.