"Buldum seni. Çiçeklerin içindeki çocuk." Tanıdık yüzü görünce yerinde kala kalmıştı Jongin. Utancından kan yanaklarına doğru fırlamaya başladığında hemen yüzünü yere doğru çevirdi. Yapılması gereken en mantıklı şey tanımıyormuş gibi davranmaktı. Utanıyordu "Neden bahsediyorsunuz?"
"He?" Sehun'un gözleri şaşkınlıkla açıldı. O, o günle alakalı en ufak detayı hatırlarken, çiçeklerin içindeki tanrısı Sehun'un kim olduğunu bile hatırlamıyor muydu yani? Bu kalbini kırsa da, onu anlıyordu. Sonuçta 10 yıl kısa bir süre değildi. Acaba çok mu değişmişti? Bu yüzden mi hatırlamamıştı? "Ah... Hatırlamıyorsun..." Yüzü düştü. Üzülse de, kalbinin bir yanı mutlulukla öyle bir çarpıyordu ki, sanki Jongin biraz yakınına gelse duyacaktı.
"O zaman, Ben Sehun, Oh Sehun. Belki televizyonda falan görmüşsündür tabi ama..."Elini uzattı. Jongin kafasını kaldırdı ve önce elinde daha sonra da onun gözlerine doğru sıcak bir bakış göndermeye başladı. Sehun en son 10 yıl önce hissettiği o hissi, şu an tekrardan yaşıyordu. Yine vücudundaki bütün atomlar bu çocuk yüzünden harekete geçmişlerdi. Sehun buna gülümsedi
"Kim Jongin." uzattığı elini tuttuğunda Sehun ondan ay farkıyla büyük olan adamın elini yüzünün hizasına çıkardı ve zarifçe öptü. O öpücükle sanki mümkünmüş gibi Jongin'in yanakları daha çok kızarmaya başladı. Kafasını kaldırınca gördüğü kırmızı yanaklı o suratla kalbi patlayacak gibi atmaya başladı (Y/N:Birini elinden öpmek ona hürmet etmek anlamına geliyormuş).
"Jongin? Adın çok güzelmiş." Elini aşağı indirip bırakmadan bir kaç kere baş parmağıyla ovdu. Jongin kızarmış yüzüyle bardağın üzerine adını yazıp Luhan'a uzattı. Kyungsoo ve Luhan ağızları açık şekilde ülkenin en zengin iş adamlarından birinin küçük kardeşleriyle ölümüne flörtleşmesini izliyorlardı. Luhan hala açık ağzıyla bardağı aldı ve kahveyi hazırlamaya başladı.
Jongin işe başlayalı daha bir ay olduğu için henüz komisyonla olan herhangi bir toplantıya katılmamıştı. Toplantılar ayda bir yapılıyordu. Bu yüzden daha Sehun'un ne mafya olduğunu, ne de komisyonun başkanı olduğunu bilmiyordu. Luhan hızlıca kahveyi hazırlayıp küçük kardeşine uzatınca iyice onun suratını inceledi. Bu utanmış haline kıkırdadı ve diğer işleriyle uğraşmaya başladı.
"Kahveniz." dedi ve sonlara doğru incelen sesiyle boğazını temizledi. Sehun gülüp kahveyi alıp adamlarıyla dışarı çıktı. Başka bir takım elbilesi adam arabanın kapısını Sehun için açtı ve binince kapayıp araba hareket etti ve oradan uzaklaştı. Kafede bir kaç dakika sessizlik olunca Kyungsoo Jongin'e döndü.
"NASIL TANIMIYORSUN ULAN?" dedi Jongin'e bağırarak "ELBETTE TANIYORUM! Oh Sehun o nasıl tanımayayım salak mısınız? Yalan söyledim tabiki." Luhan ona anlamazca bakmaya başladı.
"Neden yalan söyledin ki?"
"Çünkü onu tanıyorum!" Kyungsoo en son olanlara dayanamayıp bir sandalye çekti ve oturdu. Luhan da tezgahın arkasından çıkıp açığa çevirdiği kartonu tekrar kapalıya döndürdü ve geri dönüp Kyungsoo'nun yanına oturdu "Evet biliyoruz. Bütün Güney Kore tanıyor."
"Hayır yani..." Jongin derince bir nefes verdi "Jongin o bardağı beşinci yıkayışın." Kyungsoo kardeşini uyardığında jongin bir an afalladı ve bir bardağa bir de yanındaki diğer bardaklara baktıktan sonra elindekini kurulayıp tezgahın arkasından çıktı ve ağabeylerinin oturduğu masaya oturdu ve kafasını masaya koydu "Demek istediğim... Hani hatırlıyor musunuz? Lisedeyken bir gün eve ağlayarak gelmiştim. Sonra size ağlayarak anlattığımda 3 tane çocuğun bana zorbalık yaptıklarını ve taciz ettiklerini söylemiştim." Kyungsoo hatırlaf gibi oldu ve anında kaşları çatıldı. Luhan ise hala beyniyle bir savaş veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Boy In The Flowers | Sekai
Fanfiction"Gün geçtikçe, sana daha çok bağımlı oluyorum." Top!Sehun Bottom!Kai