Deva,
"Günaydın."
Başımı tanıdık sese doğru çevirdiğimde bana bakmadığını gördüm. Solumdaki makinede kendi kahvesini hazırlıyordu, şirketin her katta bulunan mutfaklarından birindeydik.
Başımı önüme çevirip sıcak suyu filtrenin üstünde gezdirmeye başladım. "Günaydın Teoman bey."
"Nasılsın?"
Bardağımı avucuma yerleştirip Teoman'a döndüm. "Nasılsınız?" dedim 'ız'a baskı yaparak. Sesimdeki iğneleri umursamadı. "Geçen gün için özür dilemek istiyorum." Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Kahvesini benim gibi iki eliyle tutuyordu.
"Elbette isteyebilirsiniz," dedim yapmacık bir gülümsemeyle. "Söyleyecekleriniz bu kadarsa masama dönmem gerek." Canımı sıkmıştı. Umursamadığımı göstermek zorundaydım.
İç geçirdi. "Deva, bak-"
"Deva hanım," dedim uyarırcasına. Herhangi biri duyarsa çok rahat yanlış anlayabilirdi.
"Deva hanım," diye düzeltti gözlerime bakarak. "O gün canınızı sıktığım için sizden özür diliyorum."
Yüzümdeki alaycı ve umursamaz ifade sönerek kayboldu ve dümdüz gözlerine baktım. "Tamam."
Tek kaşı havalandı ve yeşil gözlerinde öfkenin parladığını gördüm. "Tamam mı?"
"Ne dememi bekliyorsunuz?" dedim hafifçe gülümseyip. Dalga geçmiyordum, gerçekten ne dememi bekliyordu ki? Önemli değil yakışıklı patron yarısı! Elbette seni affediyorum! Kendi kendime göz devirmemek için zor durdum.
Dudakları aralandı ve geri kapandı. Çatık kaşlarla birkaç saniye yüzüme baktığında 'Ee?' der gibi kaşımı kaldırarak kafa salladım. İfadesi düzleşti. "Öğle yemeğini beraber yemek ister misin?"
Resmi dilini yine kaybetmişti ama nedendir bilinmez bu sefer rahatsız olmamıştım. Ama bu soru beni şaşırtmaya yetmişti. "Neden?"
Kaşları çatık bir şekilde gülüverdi. Anlamayan bir ifade vardı suratında. "Neden mi? İş arkadaşları bazen öğle yemeklerini beraber yer."
Haklıydı. Ama ben dumur olmuştum. "Ben..."
Güldü. "Evlilik teklif etmedim. Altı üstü bir öğle yemeği." Tatlı bir tebessümle bakmaya devam etti. Sinir olmuştum. Elbette evlilik teklifi etmemişti ama ben onunla zaman geçireceğim için geriliyordum. Reddetsem ne olurdu ki?
Ama ben vereceğim cevap için kafa yorarken o bu sessizliği onaylama olarak algılamış olmalıydı ki, "Ne yemek istersin?" diye sordu.
"Henüz onaylamadım," dedim sertçe. Kaşlarım çatılmıştı. Bu adam biraz ukala mıydı yoksa ben gıcık olduğum için ekstra sinir bozucu mu geliyordu?
"Ama düşündün."
"Neden ısrarla senli benli konuşuyorsun?"
Gülümsedi. "Sonunda alıştın demek." Dişlerimi sıktım. O gerçekten çok sinir bozucu bir adamdı. "Neden ısrarla senli benli konuşuyorsunuz?" dedim köpürmemek için zor durarak.
Yüzündeki aptal tebessümle konuşmaya devam etmeden önce kahvesinden bir yudum aldı. "Resmiyetten hoşlanmam. Elimden geldiğince sizli konuşmamaya çalışıyorum."
"Bu kabalık," dedim kahvemden bir yudum alıp. O sırada içeri bir çalışan girdi ve tatsız muhabbetimiz yarıda kesildi. Fırsattan istifade ederek yürüyüp gitmek için hareketlendim, elbette peşimden geldi. Koridorda yürürken yanıma yaklaşmıştı. "Bence samimiyet."
Bir anda durup ona döndüğümde bunu beklemiyor olacak ki neredeyse kahvesini üstüne dökecekti, umursamadım. "Neden ısrarla çevremde dolanıyorsunuz?" Dobra biri olduğumu hikayenin en başında söylemiştim.
Şaşkındı. Bu kadar dürüst olmamı beklemiyor olmalıydı. "Arkadaş olmaya çalışıyorum." Sesi az öncekine nazaran ufalmış ve tatlı bir hal almıştı. Arkadaş olmaya çalışmak değildi amacı, biliyordum. Ancak böyle tatlı ve saçma bir perdenin arkasına gizlenmesi hoşuma gitmişti. Neredeyse gülümseyecektim.
"Bir alt sokakta güzel bir köfteci var. Oraya gidebiliriz," dedim ve yüz ifadesine bakmadan yeniden yürümeye başladım.
"Ben soğan yemem." Sesi pek istekli değildi.
Güldüm ve yan gözle ona baktım. "İlk ve tek ortak noktamız bu olmalı."
&
çok uzun zaman olmuş. özlemişim.