Kapı çaldığında annesi birazcık olsun odadan çıkıp hareket etmesi için ona seslendi. Oğlunun geçirdiği depresyonun farkında olmalarına rağmen bir şey bilmedikleri için hata yapmaktan korkarak biraz kendisine gelmesini beklemekten başka çareleri olmamıştı.
Yatmaktan uyuşmuş bedenini güç bela kaldırıp aşağıya indiğinde kafasının içinde kocaman beton kalıbı varmış gibi hissediyordu. Bu kalıp o kadar büyük ve ağırdı ki sürekli başı bir yerlere düşmek ister gibi yatmak istiyordu.
Düşüncelerinin altında ağırca eziliyordu. Kapıyı açtığında birbirine yakın ikili kapıda ona öylece baktığında Seungkwan sıkıca sarıldı. Günlerce dayanmaya çalıştığı her şey onun kollarının güven verici hissiyle bir bir yıkıldı. Bu çok zordu. Dayanamıyordu.
"Ah bırak o şerefsizi geberteyim!"
Olaylardan habersiz annesinin bir şey duymamasını istediği için arkadaşına öylece baktığında sustu. Birlikte odaya çıkana kadar kimse tek kelime etmedi. Annesine güzel bir selam verip odaya yanına geldiklerinde kenarda dizdiği valizle bakışıyordu. Seungkwan baktığı valiz ile arasına girip yanına oturdu.
"Gerçekten gidiyor musun yani?"
Başını olumlu anlamda salladı. Gerçeklerin aptal gibi yüzüne vurulmasından sonra o eve bir daha hiç dönmedi. En iyi sığınağı olan ailesinin evine döndü ve sınavlar için okula gitmek dışında hiçbir şey yapmadı. Şimdiye kadar onunla karşılaşmamak en büyük lütfuydu.
Yurtdışına gidiyordu. Yok olma isteğini gerçekleştiremese de onun olabileceği yerlerden yok olmayı başarabileceği bu fırsatı değerlendirdi ve gitmenin en mantıklısı olduğunu anladı. Onu düşünmeye dayanamıyordu. Hiçbir şeye dayanamıyordu daha doğrusu. Canı felaket derecede yanıyordu ve bunu nasıl toparlayacağını bilmiyordu.
"Gitmem gerektiğini söylemiştin."
Sesi günlerce konuşmamanın verdiği bozgunlukla çatallaşmış ve incelmişti. Boğazı sanki ilk defa konuşuyormuş gibi rahatsızca titriyordu. İyi olduğunu düşündürmek için açtığı ağzı çıkan sesten dolayı daha da kötü göstermişti. Mingyu samimi bir şekilde gülümsediğinde durumun gerçekten bu kadar kötü gözükmesine sebep olduğu için üzülüyordu.
"O heriften bir bok olmayacağı belliydi zaten."
Ondan bahsedildiği anda istemsice telefonuna kayan gözleri aptalca beklediği haberi ne arama ne de mesaj olarak almamıştı. Ne yani? Arayacağına ümitlenmek çok aptalca değil miydi? Yine de kendisine engel olmak zordu. O kadar kullanılmış bir çöp gibi hissettirse de bir günde bırakamıyordu hislerini. Keşke bir saniyede kurtulabilseydi tüm bu salak hislerden.
Kafasını yakın arkadaşının bacağına dayayarak uzandığında tavanla bakışmak son zamanlarda yaptığı en büyük aktiviteydi. Artık saf gibi kullanmasına izin vermeyecekti. Ona dair her şeyden kurtulacaktı. Buradan gitmek de buna dahildi.
Kişisel eşyalarını yakın arkadaşının toparlayıp getirmesini istemişti. O eve gerçekten dönmeyecekti ve onun da kalmasını istemiyordu. Bu yüzden emlak ile görüşen ailesi çoktan evi satılığa çıkarmışlardı.
"Yakın zamanda evi boşaltması gerektiğini söylediğimde onayladı sadece."
Onu soracak değildi ya. Böyle bir şey beklemiyordu ve bunu ümit edebilecek bir ihtimaller dünyası da kalmamıştı. Artık kendisi ve nefret etmeye çalıştığı hisler ile baş başaydılar. Bu yüzden olabildiğince güçlü durmak istiyordu. Güçlü duracak ve onu başarıyla unutacaktı.
"Haklıydın, en başında ondan kurtulmam gerekiyordu."
Binlerce kez söylemişti arkadaşı ancak daha yeni dank ediyordu kafasına. Binlerce kez ondan kurtulması gerektiğine inanmıştı ve şimdi yeni anlıyordu yaptığı salaklığı. Pişman mıydı? Dibine kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Not Alone | Soonhoon
FanfictionSoonyoung'a hissettiği karşılıksız aşk yüzünden ev arkadaşı olan Jihoon zaman geçtikçe farkedilmemenin gerçekliğiyle yüzleşir.