3, ateşe düşen kağıtlar

44 3 1
                                    

nehirlerin keskin taşlarında


"onu hatırladı, dün geri planda suyun pırıltısı ağır ağır sönerken ve akşamın kızıllığı yeşile bezeli tepelerin üzerinde hâlâ bir meşale gibi dururken köylülerin resimsi bir etki yaratan kırmızı mintanlarının arasındaki kahverengi lekeydi o."
-volga, lou andreas-salomé

Bataklık dedim, dalga dedim, yabancı dedim, doğulu dedim, güzel dedim. Lanetler ettim, küfürler ettim, dualar ettim. Umudumu kestim, hayallerimi yok ettim. Ona her şeyi dedim fakat onu görünce Louneli'i öldürdüm.

Jeongguk dedim. Benim evimin pencere kenarındaki küçük çocuğu. Kimdir bu adam ? Neden çöktürür seni pencere diplerine ? Küçüksün sen, bilmezsin dışarıyı. Neden dışarılara dikersin gözünü. Jeongguk, Jeongguk... Anlat bana ne görürsün o adam da ? Babana mı benzer çehresi de tutamaz bu duvarlar seni ?

Jeongguk yanıt vermedi, dikti gözlerini o adama. Uzakta dikmiş gözlerini o da bana. Üstünde siyah bir ceket, kahverengi ceketi bağrımda asılı. Elimde defteri kitabı. Kaşları çatık sanki,elinde irili ufaklı küçük taşları. Nehrin bataklığı ikimiz, zıttız hep karşıyız. Krem gömleğimde birkaç toprak izi. Temiz değilim onun kadar, halbuki beyaz olan benim. Hava soğumuş bir anda, nehrin içinde yüzüyorum sanki o gün ki gibi. O hala dik duruyor, benim omurgam sancı içinde. Utanıyorum, utanıyorum daralıyorum. Küçük dudaklarım titriyor, ne çirkin iri gözlerim; küçükken büyüklerin anlattığı masallardaki o canavara benziyorum. Küçülüyorum yerimde, o yemin etmiş gibi dik duruyor. O konuşmuyor,benim ağzımı açacak halim yok.

Tüm yeminlerimi bozuyor bu adam. Yıktığım hayalleri yeniden yaratıyor. Jeongguk ayaklanıyor, yalın ayak bu evi sarsıyor. Zar zor tutuyorum, kaçıp gidecek o adama. İnkar ediyorum, onu üzüyorum. Ağzı var, dili yok Jeongguk'un. Kollarımın arasında çırpınmaktan hali kalmıyor.

Ona diyorum ki bizi kimse kurtaramaz başını iki yana sallıyor. Anlamıyor beni, anlamıyor.

Gözlerimin içine baka baka bir taş atıyor nehre. Kıyıma vuran dalgalardan görüyorum dalgaları. Gösteriyor kendini, en baştan beri ses çıkaran oymuş. Gözlerim sudaki balık gibi büyüyor. Şaşkınlıktan gözümü dalgalardan ayıramıyorum. Şaşkınlık değil diyor birisi. Duymuyorum onu. Duymak istemiyorum. O bataklığı gördüğümden beri kaçıyorum. Oysa bir haftadır seraplarımın nedeni o iken kaçmak dengemi bozuyor. Bakamıyorum, kafamı kaldırıp ona bakamıyorum. 

Bir taşı daha atıyor. Dalgaları bile görmüyor gözlerim. Daha da küçülmüşüm olduğum yerde, boynum artık kafamı taşıyamıyor. Ne sesim çıkıyor ne de nefesim. Göğsümde bir kargaşa, bir kuşum sanki kendi bahçemde. Bahçemin bir köşesi bataklık olmuş. Sol kanadım batmış ona, çırpınıp duruyorum. Nerden gelip buldun beni diye soramıyorum. Kaderin  işi, bir bebeğin nefesi karşılaştırdı bizi.  Peki neden bırakmıyorsun peşimi ? Soramıyorum bunu ona, kapılıp gidiyorum.

Bir taşı daha atıyor. Bu sefer ki nehre değil de yanıma düşüyor. Göz ucuyla bakıyorum attığı taşa. Küçük gri bir taş. Attığı taşları bana ulaştırmaya çalışıyor. Beni çağırıyor gibi. Belki de keyfinden atıyor.. Öyle karışmıştı kafam bunu çözemiyorum.

Ona bakmalı mıydım? Baksam ne olacaktı ki ? Bu titremelerim duracak mıydı ? Buz kesmiş elimi ayağımı çözecek miydi ? Asıl soruyu sormadım kendime, gelecekten hesaplar yaptım. Belki de oturup kendime kızsaydım sonuçlar önemli olmayacaktı. Anı yaşayıp gidecektim. Fakat bu kendini bilmez aklım durmuş gibiydi. Karşıma geçip tokatlar atması gerekiyordu bana. Bağırıp çağırması, her gece beni aşağılayıp ayağa kaldırdığı gibi durması gerekiyordu karşımda. 

nehirler kuruttu biziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin