nehire kapılan kederli çocuklara...
"dün gece ay ile konuşuyordum,
ay bana güneş hakkında şeyler anlattı,
ve bende senin hakkında şeyler anlattım..."
-skin, bones and to much love
İki günün sonrasında güneş açtı.Ben ve benim gibi duvarların üstüne geldiğini düşünenler soluğu nehrin kenarında aldı. Belki de bu sadece benim düşüncemdi çünkü koşa koşa nehre giden tek bendim. Sabahın erken saatlerinde gördüğüm güneş ışıkları bana nefes almam gerektiğini hatırlattı. İki gün öncesini unutarak kıyıya gittim. Gittim çünkü nefes almak bu iki günde öyle zordu ki duvarların beni yutacağını düşündüğüm vakit yapabildiğim tek şey kapının önüne çıkmaktı. Bu bana genellikle yetmezdi fakat kışın getirdiği soğukluk ve yağmurlar beni buna alıştırdı. Evet, nehre o yüzden koşarak gittim. Nefes almak için, biraz nehri özlediğim için belki de gidip sonunda kendimi boğmak için ya da sonunda güneşe kavuşmak için.. Önceliğim hangisiydi bilemedim fakat nehri görünce ilk işim nefes almak oldu. Diğer düşündüğüm her şeyi unuttum. Beni yaşatan buydu. Mutlu eden, kargaşaya sokmayan ve huzura kavuşturan nefes almaktı. Nehri izlemek ve özlemek biraz kızgın hissettirdi beni. Kendimi boğmak intihardan ziyade bir vazgeçiş olurdu. Koşa koşa gittiğim nehirde kendimi boğarsam aldığım tüm nefesler hepsi bana lanet ederdi. Güneş de.. güneşe de zaten hiçbir zaman kavuşamazdım.
O yüzden unuttum. Nefes almaktan başka yaptığım ve yapacağım her şeyi unuttum. Duvarların üstüme üstüme geldiği saatlerce beni zehirlerle saran düşünceleri unuttum. Dilimin ucunda boğazımı saran kelimeleri bozdum. Biraz özgür kaldım, biraz rüzgara kapıldım. Kollarım iki yanda günü selamladı. Sonunda buraya neden geldiğimi dahi unuttum. Bazı zamanlarda bir şeyleri unutmak gerekliydi. Karşı kıyıdaki adamın iki gün önceki tavrını bu yüzden unuttum.
Kıyıya geldiğimde unuttuğum her şeyi hatırladım.
Çünkü yalnız değildim.
Yağmurdan sonra toprak hala kaygan iken bata çıktığım yolun sonunda onu gördüm. Aynıydı, hala aynıydı. İki gün önce bıraktığım gibiydi, sanki oradan hiç gitmemiş gibiydi. Elinde kitabı, kafasında şapkası ile bana nazaran duran zarifligi ve yabancılığı ile sanki görmemem gereken bir resmi inceliyormuş gibi hissettim. Bunun getirdiği korku ve utançla bir ağacın arkasına saklandım. O beni görmemişti. Bunun için şükrettim çünkü tekrardan susmamı isterse dudaklarım sonsuza kadar birbirine yapışacakmış gibi hissettim. İstedikleri basitti, o sadece nehrin kıyısında kitap okumaya gelmiş birisiydi. Belki de buraya yabancıydı -ki benim hikayemden farklı olarak o kesinlikle buraya yabancıydı-. Yabancı olmasına nazaran nehrin kıyısına öyle uyum sağlamıştı ki o kahverengi olmasaydı onu göremezdim. Çünkü ona dalarken ki geçen dakikalarda etraftaki sessizliğin içinde yok gibi duruşu aynı zamanda ondan başka hiçbir şey yokmuş gibi havası kafamı karıştırdı. Bir noktada onu göremedim, hissedemedim. Doğaya karıştı, çamurla bir oldu. Kuş seslerinin arasında kitap sayfalarının sesi kayboldu. Gözlerim olmasa o yok derdim. Gözlerim olmasına rağmen onun burada olup olmadığını anlayamadım.
Nehrin hafif dalgaları arasında bir sayfa daha çevirdi. Saat kaçtı, neden sabahın köründe kalkıp kitap okumaya gelmişti? Güneş daha tam doğmamıştı bile. Yoksa daha öncesinde mi buradaydı? Anlamadım, anlamadıkça karıştım, ona daha çok baktım. Dakikalar geçti, ben ağacın arkasında o başka bir ağaca yaslı kitabına bakmaya devam etti. Bu dakikalar boyunca beni fark etmedi, ben onu görmekten başka hiçbir şey yapmadım.
Bir süreden sonra sayfalar çevrilmemeye başladı. Güneşi bulutlar kapatmaya geldi. Rüzgarlar esti, öyle ki bir tanesi çok sertti; onun önündeki kitabı kapattı. Geri açmasını bekledim, açmadı. Yüzünü şapkasından göremedim. Kapalı kitabında parmakları dolaştı. O an sırtımda birisinin gözlerini hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Gitmem gerek diye içimden geçirdim. Sadece geçirmiş oldum. Ayaklarım beni duymadı. Dayanağı olmayan bedenim sonunda yere çöktü yavaşça. Koca ağaç beni ondan korudu.
![](https://img.wattpad.com/cover/260298143-288-k338235.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nehirler kuruttu bizi
Fanfic"prangalara vurulan ruhum, sürgün edilen bedenim, bir nehrin karşısında, bir adamın gözlerinde ateşe verildi..."