1.Bölüm

184 4 0
                                    

Edward’ın Bakış Açısı (EBA)

 Kafamı eğdiğim telefonumdan kaldırmadan yolda yürümeye devam ettim. Plan basitti ve her zaman uyguladığımız planlardan biriydi. Oyalanıyormuş gibi gözükmek için dokunmatik telefonumun ekranında tuş kilidini açıp duruyordum. Bunu daha önce çok kez yapmama ve yanımda bana güven vermesi gereken, grup arkadaşlarımın olduğu siyah arabaya rağmen kendimi güvende hissetmiyordum. Kalabalık kaldırımda yürümeye çalışırken güneş gözlüğümün kenarından yanımda ilerleyen arabaya baktım. Arabanın içindeki iki grup arkadaşım, yapacağım hamleyi bekliyordu. Adımlarımı sıklaştırarak, gözlerimle bir haftadır gözlemlediğim o kızı aramaya başladım. Okuduğu bu saçma üniversite dalında çıkış saatleri çok değişkendi ve bu yapacağım işi zorlaştırıyordu. Mesela, bugün bir saat geç çıkmaları gerekirken bir saat erken çıkmıştı ve kalabalık yüzünden onu gözümden kaçırmak istemiyordum. Her zaman birini beklediği köşe görüş alanıma girdiğinde güneş gözlüğünün içindeki gözlerimi kısarak baktım. Oradaydı. Yürüdüğüm kaldırımda durup, hareketlerini izlemeye başladım. İnsanları incelemeyi ve bunları beynime kaydedip daha sonra düşünmeyi severdim. Ve bir haftadır bu kızında hareketlerini inceliyordum. Şuan yaptığı hareketlerinden sıkılmış olduğunu çok rahat anlayabiliyordum. Yanımda benimle ritmik bir şekilde ilerleyen siyah araba hafifçe kornaya bastığında dikildiğim yerde kıpırdandım ve görevimi yapmak üzere o ‘seçilmiş’ kıza doğru yürümeye başladım. Kolumdaki saate göz ucuyla baktığımda onu alan kişinin her zaman olduğundan on dakika gecikmiş olduğunu gördüm.  Bugün her şey sanki işimi kolaylaştırıyor gibiydi. Sırtını hafifçe arkasındaki duvara yasladı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Daha fazla hareketlerini inceleyip beynime kazımamak için gözlerimi arkasında duran elektrik direğine diktim. Onu akşam izlediğimiz striptiz şovdaki kız olarak hayal ediyordum, böylece yüzümde tüm kızların deli olduğu çarpık gülümseme kendiliğinden oluşuyordu.  Aramızda çok az bir mesafe kaldığında beni fark etti ve gözlerini üzerimde dolaştırmaya başladı. Bu vücudumu açık pazarmış gibi hissetmeme neden oluyordu, yüzümü buluşturmamak için kendimi zorladım. En azından, yüzlerinde oluşan şu saçma etkilenmeyi saklayabilirlerdi, değil mi? Neyse, bu halleriyle dalga geçmeme neden olup beni güldürüyorlardı. 

Rolüme iyi çalıştığım için gözlüğü tek bir hareketle, havalı bir şekilde çıkardım. Yüzümdeki gülümseme her ne kadar sahte de olsa, duygularımı göstermeme konusunda gayet iyiydim bu yüzden etkilenmemesi imkânsızdı. Diğer elimi dağınık ve gür olan havalı saçlarımın içinden geçirdim. Normalde bunu gergin, heyecanlı, sıkılmış veya düşünceli olduğumda yapardım ama dediğim gibi duygularımı göstermediğim için kimse bilmezdi. Başka etkileme numaram kalmadığında zaten kızın yanına da geldiğimi fark etmiştim, şimdi ses tonumu iyi bir şekilde ayarlayarak konuşmaya başlama zamanıydı.
‘’Merhaba.’’ Dedim gülümsemeye devam ederken. Şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırmış gibi sendeledi ve uzaktan gelen bir ses tonuyla konuştu.
‘’Merhaba.’’ Ses tonu iyiydi, birkaç gün içerisinde bu ses tonunu sadece çığlık atarken duyacak olmak kötü olacaktı.
‘’Şey, sanırım, kayboldum.’’ Dedim gülerken. Daha sonra gözlerimi yüzünde fazla oyalanmamak için elimdeki gözlüğe çevirdim. ‘’Yönümü bulmam gerekiyor ama sorduğum herkes, beni daha fazla yürütmekten başka bir işe yaramadı.’’ Dedim mahcup olmuş bir şekilde.
‘’Ah, evet. Bu hepimizin başına geliyor.’’ Dedi kafasını sallayarak. Etkilendiği her halinden belli oluyordu.  Önceden planladığımız adresi yazdığımız kâğıdı cebimden çıkartarak ona uzattım. Kâğıt, sürekli elimde inceleyip durduğum için buruş buruş olmuştu. Elimi enseme götürerek oradaki saçları karıştırdım.
‘’Adres burası. Rica etsem beni, götürebilir misin?’’ diye sordum en etkileyici ses tonumu kullanmaya çalışarak. Beni reddedemeyeceğinin farkındaydım. Şuan her zaman beklediği kişi her kimse onun bile aklından çıktığına emindim.
‘’Elbette, tabi. Bu adresi biliyorum. Buraya yakın bir yerde.’’ Dedi gözlerini kâğıttan alıp bana çevirerek. Ve zafer gülümsemesi yüzümde yerini almıştı. Onunla birlikte kaldırımda yürümeye başladığımızda etrafımızdaki üniversite öğrencilerinin bize gülerek bakması sinirimi bozuyordu. Üzerimdeki siyah hırkanın şapkasını rahatsızca kafama geçirdim ve ellerimi cebime sokarak yürümeye devam ettim. Tanrı aşkına, ne kadar yavaş yürüyordu böyle? Adresi bilmiyormuş ayağına yatmasam, sorduğum adrese ondan önce gidecektim. Göz ucuyla yandaki yola baktım. Araba hala yanımızdan geliyordu, bu iyiydi. Her zaman uyguladığımız, kuytu bir yerin adresini sor, adresi sorarken etkile, adrese gelince bayılt ve arabaya bindir, daha sonra da eve gidip rahatı yaşayın, planına sadık kalıyorduk ancak bugün canım biraz yaramazlık yapmak istiyordu. Gözlerimi yavaşça yanımda yürüyen kıza diktim.  Onu, aklımdaki planlar için aracı olarak kullanabilirdim. O da gözlerini hızlı bir şekilde bana çevirdiğinde göz göze geldik. Bu durumlar benim için fazla garipti. Ne yapacağımı bilemez telaşlanırdım. Çünkü insanlarla pek anlaşamazdım. Yıllardır aynı şeyi yaptığım grup arkadaşlarımla bile çok anlaştığım söylenemezdi, yine de bu durumda saçma bir şey yapıp rezil olmak yerine sessizce gülümsedim.
‘’Hava fazla soğuk, değil mi?’’ diye sordum kızarmış burnuna bakarak. İçime siyah bir tişört ve onun üzerine de ince siyah bir hırka giymiş olduğum için bunu söylemem komik kaçmamıştı umarım.
‘’Ah, evet. Hafta sonu yağmur yağacağını duymuştum haberlerde. Yani, meteoroloji öyle söylüyor.’’
‘’Evet, bende duymuştum. Bu kış fazla üşüyeceğiz, sanırım.’’ Dedim gülerek. Bunu neden yapıyorduk? Konu bulamamış ama konuşmak için çabalayan insanlar gibiydik ve ne bileyim, komikti. Normalde bile biriyle bu konuyu konuşmazken bu kızla neden konuşuyordum? Ayrıca şu saçma ‘biz’ eki de neydi? Üşürsem, ben üşürdüm. Başkalarından bana neydi? Hem de bir haftaya kalmadan ölecek olan, hatta bunu büyük ihtimalle benim yapacak olduğum kız için neden ‘biz’ ekini kullanıyordum? Grupça kaldığımız, ıssız ormanın girişindeki evimize ve orman manzaralı odama girdiğim zaman kendimle bunlar hakkında çatışmaya girecektim. Sinirle kafamı iki yana salladım ve kısa bir mesafe kalmış olan adresi gördüğüm halde, rolüme uymam konusunda kendimi zorladım.
‘’Biraz daha yaklaştık mı?’’ diye sordum, gözlerime merak eklemeye çalışarak. ‘’Sakın yanlış anlama, seninle birlikte yürümek harika bir şey ama..’’ dedim. Bu cümle ağzımdan çıktığı anda geri almak istemiştim. Bu plan yüzünden söylemek zorunda olduğum şeyler çok iğrençti. Eve gittiğimizde bu görevi başkasının alması fikrini ortaya sunacaktım. ‘’.. bilirsin, çok yoruldum ve sıcak bir duş iyi gelebilir.’’ Gülümsedim, onun gülümsemesi de karşılık olarak yerini belirledi. Daha sonra cebine koyduğu küçük elini çıkartarak parmağıyla bir sokağı işaret etti.
‘’Hayır, işte hemen şurası. ‘’ dedi. Parmağını takip ederek gösterdiği yere baktım. Söylediğim adresi bildiğini önceden biliyordum. Dediğim gibi, onu bir haftadır izliyordum ve her okul çıkışı bindiği arabayla buradan geçiyordu, bu yüzden bu yeri tercih etmiştim. Benim seçtiğim adresi gösterdiğimde ‘üzgünüm, bilmiyorum.’ deme riskini göze alamazdım. İlerlediğimiz kaldırımda durdum. Birkaç saniye sonra, grup arkadaşlarımdan olan Josh, arkamdan gelip omzuma çarparak geçtiğinde zamanı geldiğini anlamıştım. Bu bizim, işaret verme yöntemimizdi. Josh kafasını eğdiği yerden kaldırmadan ‘Pardon.’ dedi ve yoluna hızla devam etti. Karşımda bana meraklı gözlerle bakan kızın kolundan tutup hemen yan tarafımızda kalan sokağa girdim. Araba, sokağın sonunda bizi bekliyordu, işte en can alıcı kısım geliyordu.
‘’Bu yaptığın şey büyük incelikti.’’ dedim kibar İngiliz aksanımı kullanarak, buna gerçekten çok şey borçluydum. ‘’Kimse, senin yaptığını yapmazdı.’’ dedim ona doğru eğilerek. Gülümsedi ve kafasını yere eğdi. Kafasını yere eğmeden önce kızardığını gördüğüm yanakları umarım ama umarım, soğuktan dolayı olmuştu, çünkü bu devirde utandığı için kızaran yanak görmek komiğime gelirdi. 
‘’Rica ederim. Umarım, yorgunlukla güzel bir uyku çekmene yardımcı olurum.’’ Dedi ve omzundaki çantasına asıldı. Çarpık gülümsemem yüzümdeki yerini alırken bir yandan da cebimden kolonyalı sargı bezini çıkartıyordum. Bunun çok ama çok saçma olduğunu şuan bir kez daha anlıyordum ve her zaman saçma olduğunu savunacaktım. Kaçıncı yüzyılda yaşıyorduk? Neden bayıltmak için kolonya vardı? Grup arkadaşlarım ve saçma yöntemleri.
‘’Emin ol, olacaksın.’’ dedim fısıltı halinde. Bu kadar yakın olmak işime yaramıştı. Bizi kimsenin göremeyeceğinden emin olduğumda elimde tuttuğum sargı bezini burnunu ve ağzını kapatacak şekilde bastırdım. İşte başlıyorduk. Gerisi her kızda olan şeylerdi. Bağırmalar, çırpınmalar, vurmaya çalışmalar ve bom, gerisi yoktu. Yine aynı şeylerin olmasını beklerken sıcak bir çift el, sanki içinde bir böcek varmış gibi bezi sıkan elimi buldu. Kafasını göğsüme yaslamıştım ve saçlarından gelen koku, iyi hissettirmiyordu. Çok geçmeden, kendini kollarıma teslim etmişti. Bir an, kolonyadan mı yoksa nefessiz kaldığından mı bayıldığını anlayamamıştım ama bu umurumda değildi. Bayılmıştı işte. Görevimi tamamlamıştım. Önemli olan buydu. İnce bedenini kucağıma aldım ve sokağın sonunda bekleyen arabaya ilerlemeye başladım. Bu şeyi her yaptığımda haz duyacaktım, hırslanacak ve her seferinde daha da iyi olacaktım. Bu derece de psikopattım, işte. Arabaya ulaştığımda bana açılan kapıdan içeri kafamı eğerek girdim ve kapıyı kapattım. Şuan yan tarafımda oturan Josh, kız hakkında yorumlar yapmaya başlamışken vücudunu olabildiğince benden uzaklaştırmaya çalıştım ama başarılı olamamıştım. Bacaklarının hepsi üzerimdeydi ve temastan hoşlanmıyordum. Michael denen manyağa arabayı kenara çekmesini söyleyip, arabayı ben kullansam nasıl olurdu? Bana çok mantıklı bir hareket gibi geliyordu ama Michael’a laf atmak için sarf edeceğim enerji ve kullanacağım kelime sayısı düşünülünce bu mantıklı kararımdan anında vazgeçtim. Sanki üzerimde bir ağırlık yokmuş, oradan bir sıcaklık yayılmıyormuş gibi düşünerek kafamı dışarıya çevirdim ve arabanın altında akan yolu izledim. Josh’un iğrenç yorumlarına katlanmamak için içimden şarkı söylemem gerekiyordu.
‘’Dostum. 5 dolarına bahse girerim, bacakları garantili. Ne dersiniz? Hey! Michael? Bahse var mısın?’’
‘’Hadi oradan. Bacakları bu derece seksi dururken, 5 dolarımı kaybedecek kadar salak mı görünüyorum?’’
‘’Ah, bilemiyorum. O zaman bakire olup olmadığı konusunda bahse girebiliriz. Bence, değil. Hangi gerzek, ona dokunmamak gibi bir salaklık yapar ki?’’ dedi. Gözlerimi abartı bir şekilde devirerek ona çevirdim. Bunu ciddi anlamda soruyordu, dalga geçmiyordu. Sabırsızca bir kez daha yola döndüm ve camı hafifçe açtım. İçerideki iki mankafa, fotosentez yapan bitkilerden daha çok oksijen harcıyorlardı, hem de iğrenç sohbetleri için. Tanıdık patikayı gördüğümde biraz daha rahatlamıştım, şimdi odama girip bir daha çıkmamak istiyordum ancak sorun şuydu ki, Michael kaplumbağa gibi araba sürüyordu bu yüzden arabadan çıkıp koşarak gidersem daha erken varma ihtimalim fazla yüksekti. Araba sesli bir şekilde iki veya üç yıldır kaldığımız iki katlı, sarı, ahşap evin önünde durunca kapıyı hızlı bir şekilde açtım. Bu kızı eğer gerçekten çok sevdilerse ikisi birlikte taşıyabilirdi. Kızın üzerimde duran ve beni yol boyunca rahatsız eden bacaklarını iki elimle kavradığım gibi üzerimden uzaklaştırdım ve arabadan inerek hızlıca eve yürüdüm. Elim pantolonumun arka cebine gitti ve oradaki anahtarı çekip çıkarttı. Evde asla zile basarak kapının açılmasını sevmezdim. Kendi keyfi için neden başkalarını yerinden kaldırmak gibi bir bencillik yapılıyordu? Birinin bana kapıyı açmasını sevmediğim gibi kapıyı açmayı da sevmezdim. Neden insanların iki dakika uğraşıp anahtarla açmamaları yüzünden rahatımı bozup kapıyı onlara açıyordum ki? Saçmaydı. Kapıyı açıp içeri girdiğimde yüzüme çarpan sıcaklıkla içimdeki rahatlama hissi de ortaya çıkmıştı. Sonunda güvende olduğum yere, rol yapmak zorunda olmadığım yere, rahat olduğum yere, eve, odama ulaşmıştım. Anahtarımı çekip tekrar cebime attım ve içeri girdim. Arkamda gülerek gelen Josh ve Michael’ı duyabiliyordum. Henüz oturma odasından yeni geçip merdivenlerden hızlıca çıkıp koridorun sonundaki odama ulaşacağım sırada Steve geldi. Steve, bu grubun başında bulunuyordu ve her şeye o karar verirdi. Dört kişilik grupta en büyük oydu ve kendine göre ‘en tecrübeli’ de oydu. Bana göre bu bir saçmalıktan ibaretti. Ona tek baş kaldırabilende bendim zaten. Bu yüzden çoğu şeyi ben yapıyor, Steve olmadığı zamanlarda başta ben bulunuyordum.
‘’Demek kız, bu.  Edward sana, bana iyi bir lokma getir, derken bu kadarını beklemiyordum.’’ Dedi yaptığım işten memnun olmuş bir şekilde gülerken. Kızı gözleriyle yemesi bittikten sonra yanıma geldi ve omzuma vurdu. ‘’Harika bir iş çıkardın, dostum.’’ Kendimi zorlayarak gülümsedim ve odama çıkmaya hazırlandım. Steve, onu kucağına lehimlemiş gibi duran Josh’a dönerek seslendi. ‘’Onu Edward’ın odasının yanındaki boş odaya götür. Orayı hazırlatmıştım.’’ Dedi ve koltuğa yayılarak cips tabağını kucağına aldı. Duyduğum şeyle gözlerimin büyümesine ve adımımın merdivenin üçüncü basamağında kalmasına engel olamamıştım. Yavaşça, kafasını sallayıp harekete geçen Josh’un kucağında baygın yatan kızı gösterdim.
‘’Bu.. benim, odamın yanındaki odada mı kalacak?’’ dedim. Sesimde bariz bir alay ve tiksinme vardı. Çünkü saklama gereği duymuyordum. Steve ağzına attığı cipslerle birlikte bana döndü ve önemsiz bir şey söylemişim gibi baktı. Tanrım! Burada benim odamın yanındaki odadan bahsediyorduk. Hani şu, bir duvarı ortak kullandığım, hemen yanımdaki odadan!
‘’Evet, neden sordun?’’ diye sordu. Sinirlenmemeye çalışarak nefes aldım.
‘’Bilmem. Sonuçta o sadece bir rehine. Depoda falan kalır diye düşünüyordum. Hatta gerekirse dışarıdaki çöp konteynerlerinde kalır, diyordum. Benim odamın yanı aklıma gelmemişti.’’ Dedim abartılı bir şekilde.  Steve gülmeye başladığında Josh ve Michael’da ona eşlik etti. Buradaki gülünmesi gerekilen noktayı ben mi göremiyordum? Bu aptal bir şaka mıydı?
‘’Bu güzeldi, Edward.’’dedi Steve kahkahalarının arasından. ‘’Ama evet, orada kalıyor. O kızla ölmeden önce fena halde eğlenmek istiyorum.’’
Dişlerimi sıkarak merdivenlerden hızlıca çıktım ve odama kendimi atıp kapıyı kilitledim. Garipti ama odama benden başka kimsenin girmesini istemiyordum. Ellerimi sıkıntıyla saçlarıma geçirdiğimde odayı gözlerimle taramaya başladım. Bir hafta duracak bir kız için odamın yerini değiştirmeyi ciddi bir şekilde düşünüyordum. Takıntılı biriydim işte ama buraya çok alışmıştım. Ormanı direk olarak gören manzarasından vazgeçmek istemiyordum. Kimse için düzenimi bozamazdım. Kendime has kurallarım vardı ve bunlar benimle ilgili her şeyi kapsıyordu. Kendimi değiştiremezdim, kurallarımı, alışkanlıklarımı, davranışlarımı değiştiremezdim ve değiştirmeyecektim, bunu istemiyordum. En büyük saçmalık buydu. Neden birileri için değişmemiz gerekiyordu ki? Neden insanlara uyum sağlamak zorundaydık? Uyum sağlamak istemediğinle görüşmezdin, seni böyle beğenenle görüşür ve böylece değişmek zorunda kalmazdın. Bu kadar basitti. Sadece insanlar bazı şeyleri anlamak istemiyorlardı. Yavaşça yatağıma oturdum ve yan odadan gelen sesleri dinledim. O kadar net geliyordu ki, sanki böcek yürüse duyacak gibi hissediyordum. Öyle olması halinde o kızı odadan atar, ormanda kalmaya mahkûm bırakırdım. Onun durmadan inlemelerini ve ağlamalarını duymak istemiyordum. Ama şimdilik bilmediğim bir şey vardı, duyacaklarım bununla sınırlı kalmayacaktı, kalması bana büyük bir iyilik olurdu. 

Cehennem MelekleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin