2.Bölüm

136 7 4
                                    

Hikayeye yeni başladığımızı biliyorum bu yüzden çok yukarlarda bir şey beklemiyorum kesinlikle ama biraz beğeni kötü olmazdı. Desteklerinizi bekliyorum, hoşça kalın. :)
Medyadaki Michael karakterimiz.

Bella'nın Bakış Açısıyla (BBA)

Yüzüme gelen güneş ışınlarıyla gözümü açtım. Soğuk ve sert olan yer rahatsızlığımı arttırıyordu. Hafifçe doğrularak gözlerimi karşımdaki manzaraya alıştırmaya çalıştım. Her zaman gördüğüm oda, rahat ve yumuşak yatak, yan tarafımda her zaman masumca uyuyan Richard, her zaman beni sinir edip duvara fırlatılmaya mecbur olan alarm, tiz sesiyle koridorda bağıran küçüklüğümden beri en yakın arkadaşım olan Marcie, hiçbiri yoktu. Bomboş ve beyazların hâkim olduğu soğuk bir odadaydım. Dudaklarım kurumuştu, susamıştım ve açtım. Kaşlarımı çatarak ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. En son bana son derece çekici ve seksi gelen adonis heykeliyle birlikte kaldırımda duruyorduk, nefesi yüzümü yalayıp geçiyordu ve sonrası yoktu. Kaçırılmış mıydım? Her gün Richard'ın tehlikeli olduklarından bahsettiği, kızları kaçırıp iğrenç şeyler yaptıktan sonra öldürdüklerini söylediği çete tarafından kaçırılmış mıydım? Vücuduma pompalanan kan hızlanmaya başlarken ayağa kalktım ve bu ihtimalin olmaması için yalvarmaya başladım. Eğer böyle bir ihtimal doğru olursa, ne yapacağımı düşünmek dahi istemiyordum. Soğuktan buz tutmak üzere olan ellerimle beyaz kapıya vurmaya başladım. Tüm bunların gerçek olmasını istemiyordum, dün bana adres soran o yakışıklı çocuğun gelip kapımı açmasını ve 'ah dün bayıldın, o yüzden bende seni evime getirdim, istersen seni hastaneye götürebilirim.' Falan demesini bekliyordum. Beynime pompalanan hızlı kan yüzünden hayal gücüm tavan yapmış olabilirdi ama o ihtimali aklımdan çıkarmak için her şeyi yapıyordum. Neden sadece oturup, geç kalan Richard'ı beklememiştim ki? İçimdeki o herkese yardım etme saçmalığına sokmak istiyordum. Kapıya vurduğum yumruklarımla eş zamanlı olarak bağırmaya başladığım anda kapı hızla açıldı. Öyle hızlıydı ki kapının yüzüme gelmesini engellemek için üç dört adım geri çekilmek zorunda kalmıştım. İşte dün, tek bir gülümsemesiyle beynimdeki hücreleri iflas ettiren genç karşımda duruyordu, ama dünkü kadar yumuşak ve kibar bakmıyordu. Her an şuraya mezar kazıp içine de beni gömecekmiş gibi bakıyordu.
''Bunun olacağını biliyordum!'' dedi sinirle. Göğsünün hızla inip kalkması da sinirden miydi?
''Ben.. neler oluyor? Neden buradayım?'' dedim. Hafızasını kaybetmiş kızlar gibi davranıyor olabilirdim ama gerçekten olanlardan hiçbir şey anlamıyordum ya da anlamak istemiyordum diyelim.
Birkaç saniyeliğine kapattığı gözlerini tekrar açarak bana baktı. '' Salak mısın yoksa salak numarası mı yapıyorsun?'' diye sordu. Dün bana kendi sevgilimden bile kibar davranan adamın, şimdi bu derece kaba davranması bende tokat atılmış etkisi yaratmıştı. Gözlerimi birkaç kez kırpıp kendime gelmeye çalıştım.
''Anlamıyorum..'' diye başladığımda kafasını iki yana sallayarak sözümü kesti.
''Olay şu, birkaç saat sonra göreceğin adamların uçkuru için kaçırıldın. Seninle yeteri kadar eğlendikten sonra da geberip gideceksin. Şimdi anladın mı?'' dedi. Birkaç adım geri gittim. Beynimin bana anlatmaya çalıştığı ama benim kabul etmemek için direndiğim gerçek şimdi yüzüme çarpılmıştı.
''Hayır.'' Dedim kısık sesle. ''Hayır, bunu yapamazsınız.'' Sanki kendimi kandırıyormuşum gibi bana alaylı gözlerle bakıyordu. ''Neden? Neden böyle bir şey yapma gereği duyuyorsunuz ki?!'' diye bağırdım. Gülümsemesi yüzündeki yerini aldı.
''Fantezi meselesi.''
''Kafayı yemişsin, sen.'' Dedim gözlerimle onu öldürürken. Yüzündeki gülümseme artık çekici gelmiyordu. ''Yardıma ihtiyacın var.''
''Evet, belki.'' Dedi iç çekerek. ''Ama istemiyorum. İstediğim tek şey, senin burada kaldığın sürece sesini kesmen. Çünkü inan bana, duvarlarımız çok kalın değil. O yüzden sesini duymak istemiyorum.''
''Duymayacaksın. Çünkü ben gidiyorum.'' Dedim kapıya doğru ilerlerken. Onun yanından sıyrılıp geçeceğim sırada eliyle kolumu kavradı ve beni odanın içine doğru itti.
''Nereye gidebileceğini sanıyorsun?'' diye sordu. Kolumu onun elinden kurtardım.
''Gitmeme izin ver, bende kimseye sizi şikâyet etmeyeyim.'' Dedim. Bu onu güldürmüştü.
''Cidden, bunun umurumda olduğunu mu sanıyorsun?'' diye sordu. Kaşlarım çatılmıştı. ''Hiçbir yere gitmiyorsun.'' Dedi kısık sesle.
''Lütfen,'' diye yalvardım. ''Lütfen, bırak beni.''
''Üzgünüm, tatlım. Son günlerini bu bok çukurunda geçirmek zorundasın.'' Dedi ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Adımlarının uzaklaşmasını bekledikten sonra buradan defolup gidecektim ama çıktıktan hemen sonra kapıyı kilitlemeyi unutmadı. Hala kabul etmek istemediğim, bedenimi titreten gerçekle baş başa kalmıştım. Kendi salaklığım yüzünden buradaydım ve ölecektim. Haberlerde birkaç kez onlardan bahseden spikerleri dinlemiş ve Marcie'nin onlar hakkındaki yorumlarını duymuştum. İğrenç işkencelerle birlikte kızları öldürüp çöp gibi bir köşeye fırlatıyorlardı. Bu sefer o kız bendim. Bedenim kabul etmemek için dirense de gerçek buydu, o kız bendim.
Ancak içimdeki umut hala yerinde duruyor ve harekete geçmek için hazırlanıyordu. Richard'ın beni bulmak için harekete geçtiği düşüncesiyle rahatlayabilirdim. Beni bulacaktı, o benim için bunu yapardı. Burada çok fazla kalmayacaktım, çünkü Richard beni bulacaktı. Evet, işte içimdeki umut kendini göstermişti. Şimdi daha iyi hissediyordum. İçimde kendimi rahatlatma çabalarım devam ederken kapı açıldı ve 'onunla' birlikte iki kişi daha girdi. O, en arkadaydı ve sanki burada bulunmaktan nefret ediyormuş gibi bir havası vardı. Aralarındaki en kısa, çenesinde bir gamzesi bulunan adam bana doğru yaklaştı. Kendimi gitmek için zorladığımı ama oraya sabitlenmiş gibi durduğumu hissediyordum.
''Selam, güzelim.'' Dedi beni baştan aşağı süzerken. Bakışlarından rahatsız olmuştum. Onun hemen arkasındaki daha uzun boylu kumral saçlı, beyaz tenli adam bana sırıtarak bakıyordu. Boş midemdeki her şeyin ağzıma doğru yola çıktığını hissediyordum.
''Bizimle biraz eğleneceksin.'' Dediğinde gerilemeyi becerebilmiştim.
''Hey, Josh. Sence de 'fazla' güzel değil mi?'' dedi önümdeki adam. Arkasındaki kumral saçlı, adının Josh olduğunu öğrendiğim adam hevesle kafasını salladı.
''Çok yazık olacak. Steve belki ona, biraz fazla süre verebilir.'' Dedi sırıtarak. Beni kaçıran çocuğa baktım. Steve o muydu? Ne kadar süre yaşayacağıma o mu karar veriyordu? Bakışlarını benden kaçırarak kapının pervazına yaslandı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Tüm bunlar biraz bile olsun umurunda değildi. Bakışlarımı tekrar beni inceleyen iki adama çevirdiğimde oldukça yakınıma gelmişlerdi. Nefes alışlarımı kontrol etmek için çabaya girmeden tekrar geriledim. Önümdeki kısa boylu olan adam ellerini bana doğru uzatmaya başladığında ses tellerimi bulmayı başarmıştım.
''Yapma,'' dedim bir fayda edebilecekmiş gibi. ''Dokunma bana, lütfen.'' Sesim istekten çok yalvarır tonda çıkıyordu. Karşımda zevkten dört köşe olmak üzere olan adam önüme düşen saçı alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. Kafamı hızla yana çevirdim. Richard dışında başka birinin bana dokunmasından tiksiniyordum. Özellikle de bu, beni kaçıran uçkurlarına düşkün bu adamlar olunca tiksinmem son sınırlarına ulaşıyordu.
''İnan bana, bu çok zor.'' Dedi yüzüme doğru. Ağzından gelen nefes, beni hoşnut etmemişti. Gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturdum. Eğer sırtıma değen soğuk duvar olmasaydı, koşarak kaçabilirdim. Yanağımda gezinen elini tutup ittim.
''Buz gibi olmuşsun, onlara senin benim odamda kalabileceğini söylemiştim.'' Dedi. Konuşmanın başından beri hiç konuşmayan, beni kaçıran adam konuştu.
''Hah. Ben neden böyle bir şey hatırlamıyorum, Michael? Ama eğer çok istiyorsan, bunu Steve'e söyle ve bu kızda bu odadan defolup gitsin.'' Dedi sertçe. Bana dokunup duran adamın isminin Michael olduğunu ve onunda Steve olmadığını öğrenmiştim. Anlaşılan anlaşamıyorlardı, o halde bana yardım edebilirdi? Neden yapmıyordu? Ayrıca, ilgileniyormuş gibi de gözükmüyordu.
''Steve'in böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini hepimiz biliyoruz.'' Dedi Josh. Şuan gözleriyle beni yiyip bitirdiğini anlayabiliyordum. Yutkunarak midemden ağzıma çıkan sıvıyı bastırmaya çalıştım.
''Lütfen,'' diyerek başladım yalvarışlarıma. ''Lütfen bırakın gideyim. İstediğiniz her şeyi yaparım. Para istiyorsanız, size verebilirim. Sadece, bırakın beni.'' Dedim. Kapının orada duran adam gözlerin devirdi. Michael elini yanağıma değdirdiğinde vücudumda bir titreme daha geçti.
''Bebeğim, anlamıyorsun. Amacımız para değil. Amacımız kendimizi tatmin etmek.'' Dedi fısıltıyla. Kaşlarımı çattım. Ne tür pislikti bunlar?
''Polisler,'' dedim yutkunarak. Onları belki bu şekilde korkutabilirdim. ''Sizi bulduklarında, yaşatmazlar. Bunu biliyorsunuz, değil mi? Onlar her yerde sizi arıyorlar ve beni bulacaklar. Buradan çıkacağım. Bana hiçbir şey yapamayacaksınız.'' Dedim. Sözlerime kendim bile inanmazken onların inanmasını beklemek garipti aslında. Başta Josh olmak üzere hepsi birden gülmeye başladılar. O kadar iğrençti ki, hepsinin suratına yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum.
''Duydunuz mu, çocuklar? Polisler bizi bulduklarında, öldüreceklermiş.''dedi Josh kahkahalarının arasından. Yüzümü buruşturarak, sırıtan yüzüne doğru tükürdüm. Evet, bunu yapmıştım. Hepsinin gülüşmeleri bir anda sustu ve Josh'ın küfürleri doldurmaya başladı odayı. Şimdi bedenim korkudan titriyordu. Kapının oradaki adama baktığımda gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm. Tekrar Josh'a baktığımda kolundaki tişörtüyle yüzünü sildi.
''Ops..'' dedi kapıdaki çocuk. ''Josh, tükürüğünün dudağına denk gelmesini istiyorsan bir daha tükürebilir, bence.'' Dedi ve gülmeye başladı. Josh, ona dönmeden ateş saçan gözlerini sadece bana dikti. Ellerimle duvardan destek alarak titreyen bacaklarımı ayakta durmaya zorladım. Josh, ellerini yumruk yapmış bir şekilde gelip saçımdan asıldığında çığlık attım. Saçlarımın her bir telinde, acıyı hissediyordum. Beynimdeki deriyle birlikte hepsinin elinde kalacağımı düşündüğüm anda Michael kolundan tutup çekmeye çalıştı. O çektikçe, saçlarım daha çok acıyor, ellerimle birlikte kafamı kurtarmaya çalışıyordum.
''Bana bak, sürtük. Acı çekmeden ölmek istiyorsan, bizimle iyi geçineceksin, anladın mı?'' diye sordu ve ellerindeki saçlarımı daha çok çekti. ''Anladın mı, diye sordum!'' diye bağırdı. Eş zamanlı olarak bende 'evet' diye bağırmaya başladım. Bırakması için durmadan bağırıyordum ama o bırakmıyordu. Dün kadife sesiyle beni etkileyen o sesi tekrar duydum.
''Josh, bırak artık. Buna beyin deniliyor ve şuan kendisine ulaşamıyorum.''dedi bıkkınlıkla. Josh kısa sürede kafamı ileri doğru iterek saçlarımı serbest bıraktı. Acı, onun ellerini çekmesiyle bir an daha da çoğaldı ve asla bitmeyeceğini sandığım anda gözümdeki sabahtan beri engellemeye çalıştığım yaşlar kendini serbest bıraktı. Gözlerim birkaç saniyeliğine kapıdan bir adım içeri girmiş olan uzun boylu adama kaydı. Gözleriyle sanki bayılıp bayılmayacağımı sorgular gibi bakıyordu. Ellerimle, Josh'ın itmesiyle düştüğüm parkeden tutundum. Gözyaşlarım orayı ıslatıyordu ve diğer elimle şuan yanan saç dipleri ovalıyordum. Josh, küfürlerine ara vermeden odadan uzaklaştığında Michael'da onunla birlikte çıktı. Gözlerimi kapattım. Bağırarak ağlama isteğimi, kapının önünde dikilen adını bile bilmediğim adam yüzünden engellemeye çalışıyordum.
''Söylediklerinde haklıydı. Buradaki kimse, sürekli burnunun dikine giden, asi kızları sevmez. Hepinizin sonu aynı ama yine de uslu kız olursan, birkaç gün fazla yaşarsın.'' Dedi. Söyledikleriyle birlikte yaşlarla dolan gözlerimi kaldırıp ona baktım. Uslu kız olmak bana asla ama asla yakın olmamıştı. Ben her zaman inatçı, burnunun dikine giden, asi, istediğini yapan kız olmuştum. Ve şimdi zaten öleceğim halde bir iki gün için uslu kız olmamı mı istiyordu?
''O halde, başına biraz fazla iş çıkartacağım.'' Dedim duyabileceği bir sesle. Güldü ve kapının kenarındaki tahtada parmaklarıyla ritim tutmaya başladı.
''O halde, canını biraz fazla acıtacağım.'' Dedi ve parmaklarıyla kapıya sert olmayan bir şekilde vurup odadan dışarı çıktı. Sanırım, ikimizin de sözlerimizde haklı olduğumuz ilk konuşmamız buydu.

Cehennem MelekleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin