biliyorum çok kez yaktım canını, o hâlde söyle. neden gitmedin? acıdın mı bana, yoksa canını yakmamı umursamayacak kadar çok mu sevdin beni?
park seonghwa alışveriş poşetlerini arabanın bagajından çıkartmış elindeki onca şeye rağmen zili çalmak yerine anahtarla denize nazır evlerinin kapısını açmaya çalışıyordu. sonunda cebelleştiği kapıyı açtığında rahat bir nefes vererek içeriye girdi ve kapanması için ayağıyla itti kapıyı. keyifli bir ıslık mırıldanarak mutfağa girip elindeki poşetleri yere bıraktı. ardından neşeyle sevgilisini uyandırmak için yatak odasına gitti. mutluydu, çünkü son iki haftadır olması gerektiği gibi bir hayat yaşıyorlardı. yeosang ilk defa bu kadar uzun süre rahatsızlanmamıştı ve bu seonghwa'nın umutlarını yeşertmişti. her ne kadar yeosang aksini iddia etse de seonghwa her şeyin düzelebileceğine inanıyordu.
sessizce yatak odasına girdiğinde dağılmış yatağı boş görünce kaşlarını kaldırdı. içinde yavaşça bir korku belirirken odaları aramaya başladı. geçen seferki gibi evde olmadığı bir vakit yeosang'ın her şeyi unutup evden kaçmasından korkuyordu. o gün yaşadığı korkuyu, arabayla sokakları ararken boş yolda ayakları çıplak soluk yeşil renkli pijamalarıyla boş boş etrafa bakan yeosang'ı unutamıyordu. ondan sonraki birkaç gece boyunca kabuslar görmüştü seonghwa.
"yeosang?!" diye bağırdığında evin içinde yankılandı sesi. cevap gelmemişti. panikle bir duvarı tamamen cam olan, denizin bütün zerafetiyle önünde serildiği büyük oturma odasına girdiğinde gördüğü çelimsiz sarı saçlı çocuk derin bir nefes almasına sebep olmuştu. yeosang bir elini cama koymuş sessizce akşam güneşinin üzerine düştüğü denizi izliyordu. kapıya dayanıp elini kalbine götürdü seonghwa.
"buradasın demek... neden cevap vermiyorsun?"
yeosang cevap vermeyince yine daldığını düşündü. pek çok kez dalıp dalıp giderdi düşüncelerine.
birkaç adımda sevgilisinin yanına gidip elini omzuna koydu seonghwa.
"yeosang?"
omzuna dokunan el ve duyduğu ses ile irkilen yeosang arkasındaki kişiye baktı hızla. seonghwa, yeosang'ın ona olan bakışlarını gördüğünde bir adım geriledi.
"sen kimsin?" diye soran yeosang'ın korkulu gözlerine baktı seonghwa. gözleri hızla dolarken yutkunup konuştu.
"sakin ol yeosang. korkma. beni hatırlamıyor musun?"
sarışın çocuk korkuyla etrafına baktı. kendisini savunabileceği bir şey arıyordu. hızlıca sehpanın üstünde duran vazoyu eline aldı. seonghwa bunu anlamış gibi bir adım attı yeosang'a. amacı onu sakinleştirmekti fakat ters tepmişti. panikle bağırdı yeosang.
"yaklaşma!"
olduğu yerde kaldı seonghwa.
"ne olur sakin ol, sevgilim. benim, seonghwa."
"seni tanımıyorum!"
biliyordu seonghwa. bu saniyelerde yeosang değil seonghwa'yı kendi ismini bile hatırlayamıyordu.
"yeosang..."
"neden bana öyle sesleniyorsun? ben... ben neredeyim?"
gözlerini kıstı yeosang acıyla. "hiçbir şey hatırlamıyorum." diye mırıldandı. ardından gözlerini kocaman açarak seonghwa'ya baktı.
"beni burada zorla mı tutuyorsun?"
seonghwa duymaya alışık olduğu cümleleri duyunca gözlerini kapattı bir saniyeliğine. her ne kadar bu ilk olmasa da hep acıtıyordu canını.
"hayır, hayır. biz burada yaşıyoruz yeo. açıklamama izin ver lütfen."
seonghwa onu yatıştırmak için yeosang'ın yanına gitmeye çalıştı tekrar. böyle anlarda ona sarılması iyi geliyordu yeosang'a lakin sarılması hiç de kolay olmuyordu işte.
"sana yaklaşma dedim!"
seonghwa, yeosang'ın ihtarlarını yok sayıp elindeki vazoyu almaya yeltendiğinde bağırarak rastgele salladı yeosang uzunca olan vazoyu. seonghwa'nın koluna çarpan vazo onu yere devirirken ardından yeosang'ın elinden kayıp yerde parçalara ayrıldığında dağılan parçalardan biri de seonghwa'nın koluna isabet etmişti. seonghwa acıyla kıvranıp önce kanayan yaraya sonra yeosang'a baktı. yeosang hatırlamadığı sevgilisinin kanayan koluna bakakalmış odanın içerisinde bir ileri bir geri yürümeye başlamıştı. her gerildiğinde olduğu gibi ellerini saçlarına götürmüş anlamsız mırıldanmalarına başlamıştı. seonghwa, sendeleyerek kalktı ve kendini kaybetmiş yeosang'a sarıldı arkasından. kolları arasındaki titreyen vücut önce çırpınsa da birkaç saniye sonra içgüdüsel olarak gevşemişti. seonghwa acıyan koluna aldırmayıp fısıldadı sakince sevgilisinin kulağına.
"şişt... geçti. ben buradayım. sakin ol."
kollarındaki vücut bu sese karşılık yorgunca yığılmıştı seonghwa'nın kucağına. kendinden geçmişti yine yeosang. zihni dayanamıyordu bu ani yaşadığı korkulara. birazcık sakinlesin bayılıyordu.
seonghwa bir kolunu yeosang'ın bacaklarının altından geçirip kucakladı tüy kadar hafif çocuğu. hafif hafif kararmaya başlayan havaya rağmen ışıkları açmayıp yatağına kadar taşıdı. üstünü de örttükten sonra vazodan düşen çiçekleri ve cam parçaları toplamak için oturma odasına yöneldi tekrar. etrafı temizledikten sonra kolundaki çiziğe pansuman yaptı. şükür ki büyük bir çizik değildi, daha kötülerini de görmüştü. bunun için yeosang'a hiç kızmıyordu. çok korktuğu için oluyordu hepsi, onun dışında biliyordu seonghwa o naif çocuk karıncaya bile zarar veremezdi.
yeniden yatak odasına girip hâlâ uyuyan yeosang'ı rahatsız etmemeye çalışarak üzerini değiştirdi ve mutfağa yöneldi. yeosang en son dün bir şey yemişti, onun için bir şeyler pişirmeliydi.günaydın 🙌 burada bölümü böyle bitirme sebebim seonghwa'nın birkaç dakika önce yaşadıklarına rağmen yeosang için ayağa kalkıp hiçbir şey olmamış gibi devam etmesini görmeniz içindi. umarım bölümü beğenmişsinizdir 💞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
seni özlemek, unuttuğumda bile.
Fanfiction[tamamlandı] seni unutmaktan nefret ediyorum. belki de bu yüzdendir ki sevgilim, ben seni unuttuğumda bile özlüyorum. -seongsang